Gün olacak onlara da hainliklerini kanıtlayacaktım.
Baktığım yöne kafasını çevirdiğinde gelenleri o da görmüştü. İşin ilginç yanı ne onlara aniden yakalandığımızda ne de şimdi karşımızda olmalarına rağmen ateş etmiyorlardı. Karşıdan gelen adama baktım. Namlusu yere bakıyordu.
"Bize neden ateş etmediler ki?" diye sordum.
"Bilmiyorum, ama tek kişi bize doğru yaklaşıyor." Aynen öyle oluyor ve pistten karşıya bir kişi geçiyordu. Karanlıktan pek anlaşılmasa da kalıplı orta yaşlarda bir adamdı. Bize doğru geliyordu. Bana doğru geldiğini belli edercesine yalnızca bana bakıyordu. Bu tek kaşımı kaldırmama neden olmuştu. Yanıma geldiğinde durdu. Yüzündeki maskesini yukarıya sıyırdı ve söze başladı.
"Merhaba ben Albay Mehmet Bozoğlu." Aynı anda elini uzatmıştı. Albaydı. Bu dedemi hatırlatmıştı. Uzattığı eli sıktım.
"Merhaba." dedim. Sessiz kalışımdan sorularımı anladı ki o da konuşmaya başladı.
"Sanya değil mi?" dedi. İşte bu daha fazla şaşırmama neden olmuştu.
"Evet." dedim tereddütsüz.
"Ben dedenin bir askeri oluyorum. Ekrem Albay, emekli edildiğinde bana bazı dosyalar bıraktı. Onların hakkında konuşmak ve sizi kısa bir an misafir etmek istiyorum." dedi.
"Size neden inanayım, ya da güveneyim?" dedim ciddiyetimi koruyarak.
"Size anahtar olarak bir fotoğraf ve arkasında da bir kelime bıraktı. Yani bana söylediği buydu. Bu işi sizin çözeceğinizden emindi." Söyledikleri doğruydu, ancak hatırladığım şey ona güvenmemi engelliyordu. Çünkü bütün bu bombardımandan önce evin arandığını biliyordum ve bu söz ne arandığının da bilindiğini gösteriyor olabilirdi.
"Üzgünüm." dedim. "Bu size güvenmem için yeterli değil." Arkamı dönüp gitmek için hareket etmiştim ki beni sözleriyle durdurdu.
"Bütün bunları kimin yaptığını merak etmiyor musunuz?"
"Elbette ediyorum, ama bu size güvenmemi sağlamaz."
"Peki, Ekrem Albay'ın neden öldüğünü, neyle savaştığını söylesem size?"
"Bunların cevabı, bütün bu olanların faili değil mi sizce de?" Tuzak bir teklifti ve dedem bunu sık sık yapardı bana. İlk zamanlar bu yaptığına inansam da, zamanla inanmamayı öğretmişti bana.
"Doğru. Albayım sizi oldukça iyi yetiştirmiş." dedi.
"Sizin söyleyecek başka bir şeyiniz yoksa.."
"Var!" diyerek sözümü kesti. Sol üst cebinden bir fotoğraf çıkardı ve bana uzattı. Bu fotoğraf dedemin bana bıraktığı fotoğrafın tamamıydı. Burada yüzler de vardı. Fotoğraftakilerden takım elbiseli olan başkandı. Nam-ı diğer Cumhurbaşkanı. Diğeri ise, kır saçlı yüzünde çizgileri olan ama ona rağmen çok da yaşlı göstermeyen bir adamdı. Elbette yaşının büyük olduğunu tahmin edebiliyordum, ancak dinç gösteriyordu. Daha dikkatli baktım adama. Bir yerden tanıyormuş hissi veriyordu duruşu. Sonra arkasını çevirdim. Benimkiyle aynı olan yazısı orada duruyordu. DERİN AKSU.
"Şimdi bana en azından inanacak mısınız?" Sarp'a çevirdim kafamı. Oldukça kararsızdım ve yardımına ihtiyacım vardı. Olumlu anlamda kafasını salladı. Barış da akıllılık etmiş ve kendini göstermemişti. Belki de özel anlar yaşıyoruz zannedip gelmemişti. Adama döndüm tekrardan.
![](https://img.wattpad.com/cover/220628452-288-k164365.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sanya
Fiksi IlmiahBambaşka bir İstanbul. Bomboş sokaklar, korkulu arayışlar ve cesur adımlar... Bu yeni dünyada ne amaçlanıyordu? Bu kadar hızlı bir değişim nasıl olabilmişti? Kabus muydu yoksa gerçeğin ta kendisi mi? Kalabalık şehir İstanbul'u hiç bu kadar ıssız...