Senin için birini ölsürseydim,
beni daha çok sever miydin meleğim...~
Yalnız olmak zayıf olmak demek miydi bu adaletten yoksun dünyada? Öyleyse zayıflıktan ölmem gerekmez miydi şimdiye kadar. Ama ben hiç kurtulamadım ki yalnızlıktan. Hayatımın her anıydı yalnızlık. Ne zaman mutlu olmaya kalksam otur diyordu yalnızlığım, yine yüzleşeceksin benimle...
Bazen de bir şanstı benim için hayatımda kimsenin olmaması. Tanrı şahidim olsun ki insanları tanıdıkça güzelleşiyordu yalnızlık. Herkesin yüzünde bir maske, kafasında kirli düşünceler vardı. Sonra baktım ki sevecek kimse yok ben de yalnızlığı sevdim. Ve yavaş yavaş kabullenmeye başladım. Her ne kadar insanlara göre yakışıklı gözüksem de hastalıklıydım ben. Çoğu insanın acıyarak bakabileceği bir şekilde yaşıyordum hayatımı. Benim için Tanrı yoktu, adalet yoktu... Bu iğrenç dünyada hakim olan tek şey kötülüktü.
Öyle çaresiz kalmıştım ki çareyi Tanrı'da aramaya başlamıştım. Evet ona inanmıyordum ama deneyecek başka bir yolum yoktu. Ve dua etmeye başladım. Ateist bir ailede büyüdüğüm için din nedir, dua nedir bilmiyordum. Çoğu yolu denedim. İncil okudum, Tevrat okudum, Kur'an-ı Kerim okudum. Yalvardım Tanrıya bana bir yol göstermesi için.
Ve tarih 5 Ocak Pazar gününü, saat ise 19.46 yı gösterdiği vakit ettiğim duaların yeryüzündeki cevabıyla karşılaştım. Namıdeğer meleğimle. O gün anlamıştım onun benim kaderim olduğunu. Kesinlikle kendimi kandırmıyordum. Her bir zerrem onu hem bedenen hem de ruhen arzuluyordu. Sonra bir şeye kanaat getirdim. Onunla yaşadıklarım beş maddeyle açıklanabilirdi.
1-Onunla karşılaştım,
2-Bana gülümsedi,
3-Hatta bana değdi ve iğrenmedim,
4-Sonra ona aşık oldum,
5-Bu da demek oluyor ki o ve onun gülüşü artık sadece bana ait.Bu beş madde yeterliydi onu takip etmem için, fotoğraflarını çekip odama asmak için. Bu düşünceyle çıktım böyle bir yola. Her gün ne giydiğini yorumluyordum kendimce. Bazen yorgun ayrılıyordu evden, bazen de neşeli. Öyle güzel gülüyordu ki inanmadığım Tanrı'ya şükrederken buldum kendimi. Ama ödüm kopuyordu benim onda gördüğümü başkaları da görecek diye.
'Ya birine aşık olursa?' diye geçirirdim içimden. Cevap çok basitti aslında; Öldürüdüm ve biterdi. Bana ait şeyleri paylaşmaktan nefret etmişimdir her zaman. Ki söz konusu meleğim olursa öldürmekle kalmaz daha kötüsüne de yeltenebilirdim. Belki meleğim için birini öldürsem inanırdı ona olan aşkıma. Eğer inanıcaksa gözümü kırpmadan öldürebilirdim herkesi. Ben zaten yüzlerce kez öldüm, hayata bağlanmam için birkaç insanın canı gidecekse bu umrumda olmazdı. Bunlara Meleğimin en yakın arkadaşı olan Lalisa Manoban bile dahildi. Ama ona bir şey olursa meleğim ağlardı ve ben yine ölmüş olurdum. 'Öldürmek yok Jungkook!' diye geçirdim içimden.
Belki de 2,5 saattir arabanın içindeydim. Ağlamam bitmişti çoktan. Tabi içimin kan ağlaması hâlâ devam ediyordu. Ben yapamazdım. Meleğimin birine yakışıklı demesi bile beni bu denli çileden çıkarıyorken bu zihniyetle onun yanında duramazdım. Bir an önce hikayenin sonundaki mutlu sona gitmek istiyordum. Meleğimin beni kabul ettiği, insanlardan uzak sadece ikimizin yaşadığı evde geçirdiğimiz zamanları görmek istiyordum. Mutlu olmak istiyordum ben...
Kafamdaki cümlenin sustuğuna emin olmuştum artık. Elimi kaldırıp radyodan bilmediğim bir kanala girdim. Şarkı başladığında geriye yaslanıp kapattım gözlerimi. (*Medya*) Çalan şarkının ritminden çok sözleri çekmişti dikkatimi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ella Es Solo Mia || roségguk
FanfictionObsesif Kompulsif Bozukluğu olan Jeon Jungkook ve onun Rosé'ye olan saplantılı aşkı. 310821 「written by eosselini」