Çatıda kaç saat kaldığımı bilmiyorum. Hava aydınlanmaya başladığında hala çatıdaydım. Işıklar eskisi kadar gür yanmıyordu ama yine de onları babam almıştı...Gelen çatırtı sesiyle başımı çevirip minderlerin oraya baktım. Birinin geldiğini düşünerek paniklesem de odunların arasından çıkan kediyi gördüğümde rahatladım. Bana yaklaştığında elimi kaldırdım, kafasını avucuma bastırıp salladığında üşüdüğünü anladım, yavruydu. Küçücüktü ve gri tüyleri vardı. Onu sakince kavradım ve örtünün içine sardım.
Mavi gözlerini ağır ağır açıp kapatıyordu. Küçükken babaannemin evinde bir kedim olduğu için nasıl davranacağımı biliyordum ama yine de her zamanki gibi tereddüt ediyordum, sanki her an ona zarar verebilecekmişim gibi korkuyordum. Yumuşak kuyruğunu elime sürtüp kendine doğru kıvırdı ve öylece uykuya daldı. Çok tatlıydı...
Ensesini masaj yapar gibi okşadığımda mırlama sesi duydum ve güldüm. Güneş yavaş yavaş başını göstermeye başlamıştı. Gökyüzü açık turuncu ve mavi karışık bir renk almıştı ve bir anda hayatımın en güzel anının içine eden başka bir ses duydum.
Arda'nın sesi...
Bu çocuk beni nasıl her yerde görüyordu? Bilinmeyen bir, Arda iki. Kendi kendime gözlerimi devirdim ve bakışlarımı ayakta durduğu için bir hayli uzun olan ona çevirdim.
"Burası da neresi kış çiçeği?"
"Seni hiç ilgilendirmez! Ne işin var burda? Nasıl buldun?"
"Ben evin yakınlarından geçerken seni merdivenlerde gördüm de... o yüzden bir bakayım dedim."
Kaşlarımı çattım. "Peki niye daha önce gelmedin?" Aklıma gelen şeyle güldüm. "Yoksa beni mi izledim?" Tamamen alayla söylediğim şeylere karşı yüzünde bir mimik bile oynamamıştı. "Belki..." diye mırıldandığını duyar gibi oldum ama varla yok arasındaydı, muhtemelen benim hayal ürünüm falandı.
"Hem sen beni niye takip ediyorsun kardeşim? İşin gücün yok mu?"
"İnanır mısın bilmiyorum ama işim gücüm cidden hiç yok."
Gülerek gözlerimi devirdim. "İyi, ne yapayım o zaman. Hoş geldin, burası benim gizli dünyam, gizli gök yüzüm, gizli bölmem. Her nasıl dersen işte."
"Hoş geldim. Güzelmiş cidden." Bakışları kucağıma kaydı. "Bu kim?"
"Bilmem." Dedim omuz silkerek. "İsim vermedim. Az önce tesadüfen karşılaştık."
"E verelim o zaman." Güldüm. Benim ve Arda'nın ortak nir kararı? Ya rüya ya da hayaldir diye düşünürdüm eskiden, fakat hayat oldu...
"Bence ismi sis olsun, baksana gri, hatta bakışlarında bile sis vardı." Dedim fikrimi sunarak. Memnun olmamış gibi bana baktı. "Ya ne var işte mis gibi isim."
"Az yaratıcı ol. Ben buldum, sen bu kediyle tesadüfen karşılaşmadın mı? E o zaman Thyke olsun."
"O ne be?"
"Thyke, tesadüfler tanrıçası olarak geçiyor. Biraz zor bir isim ama..."
Kediye baktım. Kız olduğunu nerden anlamıştı hiçbir fikrim yoktu ama bu isim çok güzeldi. "Tamam, oldu bile."
"E tamam o zaman. Kediyi sen mi alırsın yanına yoksa ben mi?"
"Sen al, ben onu evde besleyemem annem dışarı atar bitli falan diye." Diye söylendim dudağımı büzüp homurdanarak.
"Tamam..."
Birkaç dakika sadece günün doğuşunu izledik. Hava buz gibiydi ve kalın giyinmeme rağmen üşüyordum. Ama Arda ya gerçekten üşümüyor ya da gereksiz bir hava atıyor çünkü üzerinde sadece t-shirt var.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir fotoğraf karesi
ЮморBen onu sarıyordum, o da beni. Bizi saran şey ise odamdaki küçük çerçeveydi. Bu, Bilinmeyen ve Kış çiçeğinin hikayesiydi... *** Kardelen: "Sen kimsin?" Sorum gayet açık ve netti ve karşımdaki kişiden de öyle bir cevap bekliyordum. Bilinmeyen numara:...