Ölmüş müydüm ki? En son hatırladığım şey karnıma saplanan bıçaktı. Gerisi fazlasıyla gürültülüydü.
Bedenim uyuşmuş gibi hissediyordum ve hareket edemiyordum. Belki de gerçekten ölmüştüm...
Sahi, ölüm neydi? Karanlık bir odada tek başına kalmışsın gibi mi hissettiriyordu? Yoksa hayatın tekrar gözümüzün önünden geçtiği o kısa zaman mıydı? Tam olarak neydi bilmiyordum ama hiçbir şey hissetmiyordum. Ne gözlerimi açabiliyor ne de bedenimi hareket ettirebiliyordum.
Bu his tekrar nehire hapsedilmişim gibi hissettiriyordu. Yine de bu kadar erken gözlerimi kapatmak haksızlık gibi geliyordu. Tam Jungkook'la yakınlaşmaya başladık derken birden hayatımın böyle sonlanmasını istemiyordum. Yine hayatımın bir kısmını gözlerim kapalı geçirmek istemiyordum. Uyanmak istiyordum.
Gözlerimin etrafını saran parlak ışıkla kaşlarımı çattım. Canımın yandığının yeni farkına varıyordum. Sanki biri defalarca karnıma yumruk atıyordu ve nefesim kesiliyordu.
"Lisa!? Beni duyuyor musun?"
Her şey bulanıktı. Sanki siyah bir çizgi vardı ve önümde sürekli gelgit yapıyordu. Nefes almak zorlaşırken bir süre gözlerimi açmaya ve neler olduğunu anlamaya çalıştım.
Bulanık çizgi netleştiğinde Jungkook'un gözlerimin önünde elini sakladığını fark ettim. Kendime geldiğimi fark ettiğinde durdu ve hızla odadan dışarı çıktı.
Bulunduğum yere bakılırsa ne nehire hapsolmuştum ne de ölmüştüm. Bulunduğum yer küçük bir hastane odası gibi görünüyordu. Aklıma gelen yaralı adamla içim huzursuz olmaya başlamıştı. O an Jungkook ve birkaç adam içeri girmişti ve durumumu kontrol ediyorlardı.
"Kesin şunu.. ben iyiyim."
Nefes almakta zorlanırken bir şeyler mırıldanmıştım. Ağrıya bakılırsa karnımdan bıçaklanmış olmalıydım.
"Tam üç gündür uyuyorsun."
"Neler oldu? Parkta yaralı biri vardı."
"Maalesef olay yerinde kan kaybından hayatını kaybetmiş."
Bu şekilde ölmesini istemezdim. Gözlerimi kapatarak birkaç saniye hareketsiz bekledim. Sanki Jungkook'a söylemek istediğim şeyler vardı ancak hepsi silinmişti.
"Bir şey mi oldu?"
"Sana söylemem gereken bir şey vardı sanki..."
Jungkook yataktan doğrulmaya çalıştığımı fark ettiğinde kolumdan tutarak bana yardım etti.
"Bir şeyler olduğuna eminim..."
"Acelesi yok. Sonra da anlatabilirsin."
"Ben o akşam sadece hava almak istemiştim. Sonra... Sonra o yaralı adamı gördüm."
Sanki geri kalanı kesik kesikti. Neden böyle olduğunu anlayamıyordum. Kendimi zorlayarak hatırlamaya çalışırken tekrar Jungkook'a baktım.
"Böyle olmayacak. Beni olay yerine götür."
Ayağa kalkmamı engelleyerek önümde durdu.
"Olmaz Lisa, biraz daha dinlenmen lazım."
"Ben iyiyim. O yüzden beni oraya götür. Eğer yardım etmezsen tek başıma giderim. Sana hangisi daha cazip geliyor?"
Bir süre olduğu yerde bekledi. Orada olan tek şahit bensem eğer bir şeyler yapmak zorundaydım. Kolumdaki serumları çıkararak ayağa kalkmaya çalıştım.
"Bunu yapamam Lisa..."
"Yapacaksın. Eğer yapmazsan bu pencereden atlamak zorunda da kalsam oraya gideceğim."
Delirmişim gibi yüzüme bakıyordu. Evet, geçen bu süreç boyunca değişmeyen tek özelliğim bu olmalıydı. Oraya gitmek istiyordum ve gitmek için her şeyi yapardım.
"Bu kadar inatçı olmak zorunda mısın?"
Israrlarım sonucunda elindeki tekerlekli sandalyeyle odaya girdi. Bana yardım edeceği için mutluydum ancak şu an ayakta bekliyor ve hiçbir şey yapmadan beni izliyordu. Sanki bana dokunmaktan kaçınıyor gibiydi.
"Ne yapıyorsun? Zaman kaybediyoruz. Kalkmama yardım et."
Kollarımı uzatarak beni tekerlekli sandalyeye bindirmesini bekledim. Aslında bu bahaneyle ona eziyet edebilirdim. Söylenerek yanıma yaklaştı ve beni kaldırarak tekerlekli sandalyeye oturttu.
"Yaran iyileşmiş görünüyor?"
Sorduğum soruyla karnına baktı. Beni kaldırdığında karnında herhangi bir sargı olmadığını fark etmiştim.
"Gerçekten hem sapık, hem de inatçısın. Bundan sonra bana dokunmanı yasaklıyorum."
Aklıma gelen hayali bedenle gülümsedim. Hem ne yapabilirdim ki? Ona dokunmak hoşuma gidiyordu. Büyük bir ihtimal bundan sonra da ona dokunmaya devam edecektim.
"Ama şu an sana çok ihtiyacım var. Bıçaklanmış bir insanım ben. Açık konuşmak gerekirse yaralanmak fena hissettirmedi. Ölüm ve yaşam arasında kalınan heyecanlı anlar bence çok hoştu."
Koridorda ağır ağır ilerliyorduk ancak söylediklerimle sinirli bir şekilde tekerlekli sandalyeyi itmişti. Aniden bedenim sarsıldığı için hissettiğim ağrıyla başımı eğdim ve kaşlarımı çattım.
"Agh.."
O an Jungkook endişeli bir şekilde sürmeyi bıraktı ve önüme geçti. Bıçak yarasına dokunmaya çekiniyordu ama yüzünde endişeli bir ifade vardı.
"İyi misin? Doktor çağırayım mı? Gitmeyelim demiştim sana!"
"İyiyim ben... Sadece yavaş sür yeter."
Bana olan sinirli bakışlarını sürdürürken başımı kaldırarak yüzüne baktım ve gülümsedim.
"Gerçekten iyi olduğuna emin misin?"
"Hem de çok eminim. Hadi gidelim!"
Jungkook'un bu hali inanılmaz hoşuma gitmişti. Bir süre yaralı kalırsam ona uzun uzun dokunabilirdim. Aklıma gelen planlarla gülümsedim ve başımı arkaya yaslayarak Jungkook'un yüzüne baktım. Her açıdan mükemmel görünüyordu. Onu bir an önce kendime aşık ederek evlenirsem uzun uzun dokunabilirdim. Bu halde bile neler düşünüyordum, gerçekten çok değişmiştim, hem de çok...
Yavaş yavaş finale yaklaşıyoruz sanki. Bir an önce bitirip başka bir hikaye yazmaya başlamak istiyorum.. ♠️
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FULL MOON ❥ LisKook ⊰
FanfictionHayatını bencillik ve büyüler üzerine kuran bir kadın, Büyüler ve yalanlar yüzünden hayatı yarım kalmış Lalisa Manoban, Ve hayatını adalet için çalışarak sürdürmüş dedektif Jungkook'un hikayesi. ⇀ 01.04.2020 24.05.2020 ↼ + Hikayede bazı kdrama dizil...