❥ Umutsuzluk ⊰

1.5K 147 36
                                    

-10 yıl önce Jungkook-

Gözlerim kapalı bir şekilde güneşin altında yatıyordum. Sessiz bir çocuktum ve bu zamanlar, hayatımın zamanla siyah beyaza dönüştüğü zamanlardı. Çimenlerin üzerinde uzandığım bu bahçe, o zamanlardan bana kalan en güzel parçaydı. Evimizin hemen yanındaydı ve renkli çiçeklerle doluydu. Hayatın ağır geldiği zamanlar, Junghyuk'la buraya gelir ve hiç konuşmadan bu çimenlerde uzanırdık. Bazen bütün gece burada uyur ve rahatlamaya çalışırdık. O zamanlar etraftaki bu çiçeklerin, aklımızdaki bütün kötü düşünceleri aldığını düşünürdük.

Gözlerimi aralayarak gökyüzüne baktığımda sabah olduğunu fark ettim. Güneş'in bedenimde bıraktığı bu sıcaklık etkisi canımı yakıyordu. Rahatsız bir şekilde doğruldum ve saçlarımı düzelttim. Kaç saattir buradaydım bilmiyordum ama çok daha iyi hissediyordum. Dün gece vardiyasından dolayı bütün bedenim ağrı içindeydi ancak şimdi daha iyiydim.

"Jungkook! Hala okula gitmedin mi sen!?"

Evden gelen babamın sesiyle hızla ayağa kalktım ve kenara fırlattığım çantamı koluma aldım. Hızlı bir şekilde bahçeden çıkarken sessizce mırıldandım.

"Gideceğim..."

Yerde duran bisikletimi kaldırdım ve üzerindeki tozu kolumla temizledim. Bisiklete binmek için hazırlanırken babamın da evden çıktığını fark etmiştim. Takım elbisesini giymişti ve kapıyı kilitliyordu. Bu şekilde nereye gideceğini merak ediyordum.

"Baba, nereye gidiyorsun?"

"Ben mi.. merak etme önemli bir şey yok. Son kez abinin yanına uğrayacağım. Okuldan sonra eve gel. Tamam mı?"

Normalde sık sık hastaneye, Junghyuk'un yanına gitmem için ısrar ederdi ancak bugün eve dönmemi istiyordu. Özenle giydiği bu takım elbise kafamı karıştırsa da görmezden geldim.

Okuldan sonra gitmem gereken part time işlerim vardı ancak tüm zamanını hastanede geçirdiği için ne kadar çalıştığımın farkında bile değildi. Hastane masraflarına babamın emekli maaşı yeterli değildi. Bu yüzden ona iyi bir iş bulduğumu ve oldukça çok para verdiklerini söylemiştim.

Kısacası, ona yalan söylemiştim.

Aslında Junghyuk'un yıllardır hareketsiz uyuduğu bu zamanlarda tek yaptığımız, hiç uyanmayacak biri için kendimizi yıpratmaktı. Zamanla, bir gün uyanacağına dair içimdeki umut sönmüştü. Artık onu ölmüş biri olarak kabul ediyordum ancak babam...

"Her neyse, Görüşürüz."

Sessiz bir şekilde veda ettim ve yola çıkarak bisikleti sürmeye başladım. Babamın bu halde olmasına üzülüyordum. Junghyuk'un kaza geçirdiği gün orada olmuş olsaydım, belki de her şey daha farklı olurdu. En azından engellemek için elimden geleni yapardım. Bu sayede o sağlıklı olurdu, benim de omuzlarımdaki yük bu kadar ağır olmazdı.

Bazen bütün bu çabalarımız, koca bir hiç gibi geliyordu. Yine de bunu ona söylemiyor ve iyi bir evlat olmak için elimden geleni yapıyordum.

İyi bir evlat olma uğruna, yıllardır gerçekleştirmek istediğim hayallerim gerçekleşemeyecek gibi görünüyordu. Hatta tamamen vazgeçtiğimi bile söyleyebilirdim. Dedektif olmak, böyle bir hayata sahip biri için çok uçuk bir hayaldi. Hayallerimi gerçekleştiremeyeceğim ve hayatım boyunca Junghyuk'un hastane masraflarını ödemekle uğraşacağım gibi geliyordu. Zaten derslerim de eskisi kadar iyi değildi.

Hayatımın zamanla mahvolmasına rağmen, babam hala umutla Junghyuk'un yanına gidiyordu. Junghyuk uyandığında kendini yabancı hissetmemesi için her gün fotoğraflarını çekiyor ve onlardan albümler yapıyordu.

Jeon Junghyuk 2008 yılı,

Jeon Junghyuk 2009 yılı...

...

Tam altı yıl,

Altı yıl aralıksız her gün resimlerini çekiyor ve benim ne kadar büyüdüğümü karşısında yatan hareketsiz bedene anlatıyordu. Bütün bunlar koca bir hiçten ibaretti ama farkında değildi.

Babama o kadar kızgındım ki, bisikletin kollarını sıkmaktan kızaran ellerimin bile farkında değildim. Kendime geldiğimde frene basarak durdum ve etrafa baktım. Okula giden yoldan sapmış ve çok uzaklara gitmiştim.

"Kahretsin..."

Bisikletten inerek kenara fırlattım ve sinirle bisikleti tekmeledim. Nefes nefese kaldığımda yere oturdum. Artık geleceğe dair umutlarım yoktu. Hayallerim yoktu. Peki yaşama devam etme isteğim...

Kendime gelmeye çalışarak yerden kalktım ve bisikleti kaldırdım. Böyle giderse okula geç kalacaktım.

Babam üzülmesin diye gittiğim okul, babam sıkıntıda olmasın diye ödediğim hastane masrafları, babam üzülmesin diye içime attığım bütün bu kaygılarım... Babam için bunların hiçbirinin önemi yok gibiydi. Onun tek istediği şey Junghyuk'un uyanması ve mutlu bir şekilde oğlunu büyütmesiydi.

Onu anlıyordum ancak bazen, benim varlığımın, benim yaşadığım bu zorlukların farkında değilmiş gibi hissediyordum.

Eve döndüğümde babamı görmek için odasına girdim. Söylediği gibi eve gelmiştim ancak o hala gelmemişti.

"Nereye gitti ki..."

Birkaç dakika sonra marketteki part time iş için gitmem gerekiyordu. Hatta geç bile kalmıştım. Saate bakarak odadan çıkarken kenardaki dolap dikkatimi çekmişti.

Junghyuk'un resimlerinin olduğu albüm dolabıydı. Babam çektiği resimleri burada biriktirirdi ancak bugün kapağının kırık olduğunu fark ettim.

Dolaba yaklaşarak kapağı açtığımda, birkaç albüm yere düşmüştü ve içindeki fotoğraflar etrafa dağılmıştı. Altı yıl boyunca o kadar çok fotoğraf birikmişti ki, artık dolapta yer kalmamıştı.

Gözlerimin dolmasını engelleyerek diğer albümlere uzandım ve hepsini birer birer çıkararak yere fırlattım.

"Artık rahat bırak bizi! Rahat bırak!"

FULL MOON  ❥ LisKook ⊰Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin