Attığım şarkıyla okumanızı tavsiye ederim. 🌸
Burası yaşadığımız dünyadan çok daha farklı, kocaman bir yerdi. O kadar uzun zaman geçmişti ki bir süre sonra saymayı bırakmıştım. Belki yeryüzü çok değişmişti, belki ben de değişmiştim, bilmiyordum. Ancak, yıllar boyunca istediğim tek şey vardı. O da buradan çıkarak bütün geçmişimi silmek ve hayatıma devam etmekti. Kaç dolunay geçmişti ama ben hala bu nehrin dibinde gömülüydüm. Ne bağırarak sesimi duyurabiliyor, ne de denizin beni tutan gücünden kurtulabiliyordum.
Yine bugün, gözlerim nehirin rengini izlerken birden hafiflik hissettim. Bu hafiflik yüzyıllardır hissetmediğim bir şeydi. Sanki sular beni buraya hapseden gücünü üzerimden çekmiş, beni serbest bırakmıştı. Kollarımı hareket ettirerek yukarı kaldırdım. Gözlerime inanamayarak ellerimin suda kayışını izledim. Bütün bunlar rüya mıydı? Uyuyamayan bir bedenin rüya görmesi mümkün değildi. Peki bütün bunlar da neyin nesiydi? Yüzyıllardır hareketsiz yattığım yerden doğruldum ve kollarımı yukarıdan aşağıya doğru savurdum. Balıklar gibi nehirin yüzeyine doğru süzüldüm. Uzun süre nefessiz kaldığım için can çekişiyor ve bir an önce nefes almak istiyordum. Bu durumu yaşıyor olmam kafamı karıştırıyordu. Yüzyıllardır bu suyun altında yaşama devam etmiştim ben. Nasıl böyle bir şey mümkün olabilirdi? Eğer bütün bu olanlar rüya değilse, geriye tek bir ihtimal kalıyordu. Suda kaldığım süre boyunca zaman benim için durmuştu. Yani burada olduğum süre boyunca ne ölüydüm, ne de canlı...
Nehirin yüzeyine çıkarak derin bir nefes aldım. Ciğerlerim havayla dolarken biraz olsun huzurlu hissetmiştim. Etrafa merakla bakınırken gözlerimi acıtan Güneşle gözlerimi kıstım. Tıpkı eskisi gibiydi ve hiç değişmemişti.
"Aptal şey."
Yüzyıllar sonra dudaklarımdan dökülen ilk cümlem bu olmuştu. Duyduğum deniz ve kuşların sesleriyle iç çekerek gökyüzüne baktım. Kuşların ve oluşan dalgaların sesi birbirine giriyordu.
"Hey! Sen!"
Bu ses farklı bir sesti. İnsana ait bir ses olduğuna emindim. Arkamda bir kara parçası vardı ve birkaç insan bana sesleniyordu.
"Ben de ne zaman insanlarla karşılaşacağımı merak ediyordum."
Bir süre sonra aralarında konuşmaya başladılar. Hepsinin üzerinde koyu mavi bir üniforma vardı ve hepsi birbirinden itici görünüyordu. Kaç yılındaydım bilmiyordum ama insanlar asla değişmezdi. Belki de beni bunca zaman nehirde tutan şey insanlara olan nefretimdi. Herkes beni tanımadan yargılamış, ölecek olmamı bile gülerek karşılamıştı. Hepsi kin, nefret ve kötülük doluydu. Onlara bir mil bile yaklaşmak istemiyordum. Hepsi güven hak etmeyen koca bir aptal sürüsüydü.
Yüzlerine bakmamaya çalışarak karaya doğru yüzdüm ve onları görmezden gelerek ilerledim. Formalılardan biri bana seslenerek önüme geçmişti ve hızlı hızlı konuşmaya başladı.
"İyi günler, ben Seul dedektifi Jeon Jungkook. Dün gece burada mıydınız?"
Bu formalılardan kolay kurtulacağım gibi görünmüyordu. Saçma bir cevap verirsem beni rahat bırakacağını düşünerek beni izleyen gence baktım.
"Dün gece? Ben yüzyıllardır buradayım. Başka bir sorunuz yoksa iyi günler."
"Ne? Bir dakika!"
Pes edecek gibi görünmüyordu ve ısrarla konuşmak istiyordu. Yüzüne bakmayarak yürümeye devam ettim.
"Israrcı insanları hiç sevmem, özellikle de insan olanlarını."
Bir anlığına beni rahat bıraktığını düşünmüştüm ancak yanılmıştım.
"Sorularıma cevap vermeden hiçbir yere gidemezsin."
En sonunda kolumdan tutarak kendisine çevirdi ve kemerinde takılı olan demir parçalarını çıkardı.
"Son kez soruyorum. Dün gece burada mıydınız?"
Gittikçe ortamın gerildiğinin farkındaydım. Biraz daha beni engellemeye devam ederse yüzüne yumruk atma isteğim gerçek olacaktı.
"Ah.. adınız Jeon Jungkook'tu sanırım. Bakın, bildiğim tek şey bu gördüğünüz nehirin gün boyu aldığı renk ve içinde yüzen balık türleri. Başka bir şey bilmiyorum. Şimdi gitmem lazım, iyi günler."
Göz devirdim ve bu sefer hızlı bir şekilde yürüdüm. Daha fazla beni engellemeyeceğini düşünüyordum ancak yanılıyordum. Hiçbir şey söylemeden önüme geçerek beni durdurdu. Ne olduğunu anlamama izin vermeden bileklerimden tuttu ve az önce belinden çıkardığı demirleri iki elimden de geçirdi. Bu da neyin nesiydi böyle? İşkence aleti gibi görünüyordu. Fazla sıktığı için canım acımıştı ancak umursamadan kolumdan çekiştirdi ve ilerledi.
"Ne yaptığınızı sanıyorsunuz!? Çıkarın şunları!"
Beni umursamıyor ve sadece yürüyordu. Durduğunda da kenarda bekleyen adamlara seslendi.
"Gidiyoruz. Artık yeni bir şüphelimiz var."
Önümüzde duran tekerlekli şeyin kapısını açarak beni içeri itmeye çalıştı. Tam o sırada durdum ve şaşkın bir ifadeyle geri çekildim.
"Bir dakika..."
Birkaç adamın da kapıyı açarak içeri binmesiyle şaşkınlığım artmıştı.
"Vay be... yeni nesil kendini baya geliştirmiş."
Hangi yılda olduğumu bilmiyordum ama bu şey baya iyi görünüyordu. Ellerimle kapısının camını incelerken dedektif, ifadesiz bir yüzle beni izliyordu. En sonunda sabrı taşmış bir şekilde kolumdan çekti ve beni arabanın içine doğru itti. Bu hareketi oldukça sertti açıkçası. Ardından kendi bindi ve kapıyı kapattı.
"Bir cinayet işlendi ancak hala şaka derdindesin! Bunların hepsinin karşılığını almanı sağlayacağım göreceksin."
"Ne? Cinayet mi? O kadar üzüldüm ki şu an anlatamam. Hem bakın acınızı da anlıyorum ancak benim yapmam gereken başka şeyler var. O yüzden önce bu sert şeylerden kurtulsak?"
Kollarımdaki kelepçeleri göstererek gülümsedim. Ben gülümseyerek davranıyordum ancak birileri oldukça sinirliydi.
"Ah pekala, bu nesilin gençleri de fazlasıyla sinirli sanırım."
Diğer yanıma binen üniformalıyla beraber hareket etmeye başlamıştık. Bu bindiğimiz şey gerçekten inanılmazdı. Camda görünen şeylerle ağzımı kapalı tutmam mümkün değildi. Uzun uzun binalar arasından ve topraksız yollardan geçiyorduk. Öyle hızlı gidiyorduk ki arada nefesim kesiliyor gibi oluyordu. Beni bu şeye bindiren dedektifin omuzuna dokunarak yüzüne bakmaya çalıştım.
"Hey! O tarafa ben oturabilir miyim dedektif Jeon Jungkook bey?"
Cevap vermese de yüzüne bakmaya devam ettim. Ne kadar parlak bir yüzü vardı. Yüzüne vuran Güneş yüz hatlarını mükemmel gösteriyordu. Ne kullanıyordu da bu kadar güzel cilde sahipti? Ellerimi kaldırarak yanağına dokunduğumda birden kolumdan tutarak kıvırdı. Böyle bir hareketi beklemiyordum açıkçası. Ben acıdan kıvranırken arabadaki herkes kendi halindeydi.
"Düzgün dur."
"Ah tamam tamam.. sakince konuşabiliriz ancak kollarım zarar görmeden ellerini çeker misin? Fazlasıyla acıyor da."
Birkaç saniye sonra ellerini çekmesiyle rahat bir nefes aldım. Daha sonra kelepçenin sıktığı bileklerime baktım. Fazlasıyla sıkı olduğu için kızarmaya başlamıştı. Böyle giderse yara olacaktı. Az önce kollarım yerinden sökülmek üzereydi ama ne öndeki adamlar ne de diğer yanımdaki suratsız yaşlı adam tepki vermişti. Fazlasıyla ciddi bir ortamdaydım ve bu durum beni gittikçe geriyordu.
Yeryüzünde yaşayan en aptal varlıktım...
Yüzyıllar sonra gözlerimi açmıştım ama yine başım beladaydı. Sanki bütün evren el ele vermiş benimle oyun oynuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FULL MOON ❥ LisKook ⊰
FanficHayatını bencillik ve büyüler üzerine kuran bir kadın, Büyüler ve yalanlar yüzünden hayatı yarım kalmış Lalisa Manoban, Ve hayatını adalet için çalışarak sürdürmüş dedektif Jungkook'un hikayesi. ⇀ 01.04.2020 24.05.2020 ↼ + Hikayede bazı kdrama dizil...