Bölüm boyunca yorum bırakmayı unutmayın ballı çöreklerim<3
Keyifli okumalar!
🥀
İnsanlar, doğumlarından ölümlerine dek göğüs kafeslerinin içinde barındıracakları cenneti ya da cehennemi kendileri seçerdi.
Mesela, eğer bir kibrit çakıp da aleve verirsen yüreğini, söndürmesi bir hayli zor olurdu ve söndürmeye çalıştığın alevin içinde kavrulurdun her seferinde.
Aynı şekilde, eğer ki kalbin bir cennet kadar serin ve derinse, o kibrit burada alev almazdı çünkü rüzgarlar çok hızlı esmeye başlardı ve sen o rüzgarların gücüne dayanamaz, yıkılırdın.
Ama bazen öyle bir şey oluyordu ki, alev alev yanan kalbin bir çift gözün karşısında sönüveriyordu birden. Ya da rüzgarlarına dayanamadığın kalbinde birden fırtınalar diniyor ve bahar geliyordu.
Şairler buna âşk diyordu: Her yeri yıkıp yakan hiddetin bu duygunun karşısında yanıp kül oluyordu.
Hoş, Jeon Jungkook'un derin kahveleriyle karşılaştığımda hissettiğim de tam olarak buydu. Buz tutmuş kalbimin buzları çatırdamıştı ilk önce, sonra kan pompalayarak beni hayatta tutan kalbimin yavaş yavaş alev almasını izlemiştim.
Bu öyle bir ateşti ki; yakardı, ne kadar uğraşırsan uğraş sönmezdi ama küle de çevirmezdi.
Elimdeki şarap şişesini masanın üzerine bırakırken derin bir nefes verdim. Yata tamamen yerleşmiştik: Atıştırmalıklar, oynanacak oyunlar, minderler... Hepsi hazırdı ve bu hepimizi biraz yormuştu.
Enerjimin yarısını şimdiden tükettiğimi hissediyordum ama ne zaman gözlerimi mavi denize çevirsem yorgunluğum uçup gidiyordu ve yerimde durmak istemiyordum.
Tuhaf bir paradokstaydım.
"Şerefsiz Taehyung! Şu poşetleri aşağıya indirsene!"
Jimin'in sesiyle gözlerimi onun olduğu tarafa çevirdiğimde fazla abur cubur poşetlerini önüne yığdığını gördüm. Ellerini beline koymuş, içeride ses ayarlarını yapan Taehyung'u çağırıyordu ama Taehyung'un onu duyamayacağını unutmuş gibiydi.
Gülerek yanına ilerledim. "Seni duymuyor, bana ver ben indireyim."
Jimin gözlerini bana çevirirken kaşlarını çattı. "Zaten küçük ince bir şeysin, poşetlerimi sana güvenemem."
Gözlerimi devirdim ve elimi ona doğru salladım. Sabahtan beri poşet taşıyordum ben!
"Bir şey olmaz poşetlerine." Uzanıp önündeki iki poşeti aldığımda ilk önce ikilemde kalmıştı ama sonradan başını sallayarak gülümsedi.
"Şu yatta benden sonra mükemmel olan tek insansın."
Gülerek arkamı döndüm ve merdivenlere doğru ilerledim. Henüz birkaç adım atmıştım ki elimdeki poşetler başka eller tarafından alındı.
Kafamı kaldırdığımda Jungkook'un koyu kahveleriyle göz göze geldim. Kaşlarını çatmıştı ve yüzünde hoşnutsuz bir ifade vardı.
"Hey," dedim ben de kaşlarımı çatarken. Neden öyle bakıyordu ki?
"Beni delirteceksin." Poşetleri tek eline alıp diğer eliyle elimi kavradı ve beni de beraberinde merdivenlere doğru yürütmeye başladı.
Hâlâ ne olduğunu anlamamıştım. "Jungkook, ne oluyor?"
Yatın alt katına inip mutfağa girene kadar bir cevap vermedi. Elindeki poşetleri bir yata kıyasla oldukça büyük olan mutfağın tezgahına bıraktıktan sonra bana dönmüş ve birkaç saniye içerisinde beni tezgahla arasına almıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
|•| Leaofila |•| rosékook
FanfictionBir yıldız öldüğünde, arkasında milyarlarca yıl yaşadığına dair bir iz bırakır. Bu bazen bir karadelik olur; yanına hiçbir şey yaklaşmaz ve yaklaşanlar da sağ kalamaz. O gün, o gece gözleri birer karadelik olan birini tanıdım. Gözlerinde ölü bir yıl...