"Rosé, çikolata poşetini alayım mı güzelim?"
Jungkook arabadan kafasını uzatarak sorduğunda başımı sallayarak arabanın etrafından dolaştım ve Jungkook arabadan poşeti alıp doğrulduğunda hızlıca elini tuttum.
Gergin ve endişeliydim. Bu sabah uyandığımdan beri içimde dolaşan zehirli parazit beni korkutuyordu, bu yüzden sürekli Jungkook'a sığınıyordum ve Jungkook da bunun farkındaydı. Beni rahatlatmak için gerçek anlamda yapmadığı hiçbir şey kalmamıştı ama olmuyordu işte, sıcaklığını hissedemediğimde kendimi öyle savunmasız hissediyordum ki ağlamak istiyordum.
Sebebini bilmiyordum. Bildiğim tek şey endişeli olduğum ve yalnız kalmak istemediğimdi. Kendimi koruyamıyor gibi hissediyordum, bebeğimi koruyamıyor...
"Rosé," dedi Jungkook kadife bir ses tonuyla, çenemi nazikçe kavrayıp yüzümü kendine çevirirken. Yutkunarak gözlerine baktım, hep şöyle kalsak, olmaz mıydı? Onun gözlerinde soluklansam, kucağında uyusam, olmaz mıydı?
Parmaklarıyla önüme düşen saç tutamını kulağımın arkasına sıkıştırırken, "Güzelim," diye mırıldandı şefkatle. Dudaklarını alnıma bastırdığında gözlerimi kapayarak kalbimdeki o güven duygusunun vücuduma yayılmasını izledim. Bu kadardı işte, şu dünyada bu hissi alabildiğim tek insan oydu.
"Buradayım ben, hiçbir şey olmasına izin vermeyeceğim. Tamam mı güzelim?" Başımı salladım. Bundan hiçbir şüphem yoktu zaten ama bir türlü bu hissi öldüremiyordum içimde, olmuyordu.
"Gidelim mi?"
Jungkook geri çekilip sorduğunda başımı sallayarak onu onayladım. Bir türlü rahatlayamadığımdan ve yalnız kalmak istemediğimden, çareyi Jungkook'la birlikte şirkete gelmekte bulmuştum ve sonuç olarak, buradaydım.
Bilmiyordum, belki burada kafa dağıtacak bir şeyler bulabilirdim.
Jungkook elimi sıkıca kavrayarak beni de beraberinde asansöre yürütmeye başladığında sessizce ona ayak uydurdum. Birlikte asansöre girdiğimizde Jungkook ofisinin olduğu kata bastı ve elini elimden çekip belime yerleştirdi.
O sırada aklıma gelen şeyle durdum. "Jungkook?"
"Söyle güzelim."
"O kız, şu esmer olan, hâlâ burada mı?" Gözlerimi Jungkook'a çevirdiğimde yavaşça gözlerini kapayıp açtı. Cevabımı aldığımda kısılan gözlerimle dudaklarımı büzdüm ve bakışlarımı karşımdaki asansör kapısına çevirdim.
Pekâlâ, o kızdan gerçekten hiç haz etmiyordum ve umarım bugün gözüme pek görünmezdi.
Yani, sonuçta bu kez sinirlenen tek kişi ben olmazdım.
Asansör bir klik sesi çıkararak durduğunda Jungkook'la birlikte asansörden inerek yürümeye başladık. Etrafta görevli olan herkes koşuşturuyordu ve bizimle göz göze gelenler durup selam veriyorlardı. Biz de aynı şekilde onlara selam verirken Jungkook'un ofisine yaklaşmıştık ki o sesi duydum.
"Bay Jeon, hoş gel-" Gözlerimi sekreter masasına çevirdim. Inah, yüzünde donan gülümsemesiyle bir bana, bir de Jungkook'a bakarken Jungkook hafifçe kaşlarını kaldırdığında samimiyetsizce gülümsedi.
"Bay ve Bayan Jeon, hoş geldiniz."
Jungkook bir baş selamı verip bana döndüğünde ben de hafifçe tebessüm ederek bir baş selamı verdim ve gözlerimi ofisin kapısına çevirdim. Bir çocuk gibi ona ters davranmayacaktım, umrumda olmadığını görmesinin onun için yeterli olacağını düşünüyordum.
Jungkook'un belimdeki parmakları mavi elbisemin üzerinde daireler çizmeye başladığında demek istediğini anlayarak ondan uzaklaştım ve ofisin kapısını açarak odaya girdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
|•| Leaofila |•| rosékook
FanficBir yıldız öldüğünde, arkasında milyarlarca yıl yaşadığına dair bir iz bırakır. Bu bazen bir karadelik olur; yanına hiçbir şey yaklaşmaz ve yaklaşanlar da sağ kalamaz. O gün, o gece gözleri birer karadelik olan birini tanıdım. Gözlerinde ölü bir yıl...