Dinlemeyi bilmezdi çoğumuz. Ağzımızı açar, gözümüzü yumardık lakin asla dinlemeyi denemezdik. Ya duyduklarımızı sindirememekten korkardık ya da içimizde kusmamız gerekenler kulaklarımızı tıkardı, bu da bizi birer aciz yapardı.
Çözülmezdi bu yüzden sorunlar; sarılmazdı yaralar ve de karşı karşıya gelemezdi kalpler.
Geriye ne kalırdı ki?
Bu yüzden, sustum. Dinlemek veya duymak için sustum ve bekledim. Aklım duyduklarımı sindiremiyor, anlamamak için çabalıyordu ama gerçek bu denli göz önündeyken bunu başaramıyordu.
Kızıyım, demişti. Sung Ho'nun kızıyım.
Gözlerim usulca onun kahveleriyle buluştu. Dudaklarını diliyle ıslatırken sakin bakışları yüzümde dolandı ve kafasını hafifçe yana yatırdı.
Anlatacağım, diyordu. Sadece beklememi istiyordu bu yüzden sessiz kaldım.
Gözlerim dolanıp yeniden Min Ra'yı bulduğunda yüzündeki ukala sırıtışa karşılık samimiyetsizce gülümsedim. "Bize yardım etmen ne ince davranış."
Yüzündeki sırıtış dondu. Ne bekliyordu, onun yanında Jungkook'a yükselip kavga edeceğimi mi? Ya da ortalığı dağıtacağımı falan?
Hah.
"Konuşman bittiyse artık gidebilirsin."
Ses Jungkook'a aitti. Öyle kayıtsız ve duygusuzdu ki bunu nasıl yaptığını ciddi ciddi düşünmeye başlamıştım.
Min Ra, yutkundu. Gözleri son olarak benimle buluştu ve kasılan çenesinden dişlerini sıktığını anladım.
"İyi düşün, Jungkook. İyi akşamlar."
Ve birkaç dakika sonra dış kapının kapanma sesini duymuştum. Yüzümdeki sahte gülümsemeyi silerken ayakta durmayı kesip ilerleyerek koltuğa oturdum ve elimle alnımı ovaladım.
Bu nasıl bir paradokstu böyle? Sung Ho'nun, kızının ona ihanet ettiğinden haberi var mıydı? Hem, çocuklar Min Ra'ya gerçekten güveniyor muydu?
"Rosé," dedi kadife bir ses tonuyla. Kemikli parmakları bileğime sarıldı ve elimi yüzümden çekerken boştaki eliyle de çenemi yukarıya ittirdi.
Gözlerimi gözlerine çıkardım ve sakin bakışlarımı sürdürdüm. Hayır, öfkeli değildim. Nedenini bilmiyordum ama nedense bu beni öfkelendirmemişti. Sadece bir açıklama bekliyordum.
Jungkook da bunu anlayarak derin bir nefes aldı ve anlatmaya başladı. "Min Ra, Sung Ho'nun tek çocuğu ama hayatını ondan uzak yaşadı. Bu yüzden tüm yük Min Ra'nın annesinin üzerine binmişti. Kadın, kızının on beşinci yaş gününde kalp krizi geçirerek öldü bu yüzden Min Ra, babasından bir şeylerin intikamını almak istiyor. Bize çok yardımcı oldu, yardımlarının karşılığı olarak biz de ona yardım ediyoruz ama şimdi bana getirdiği teklifi nereden çıkardığına dair hiçbir fikrim yok. Bir şeyler planlıyor olmalı."
Üzüldüğümü hissettim. Kalbime bir yük oturmuştu. Annesini kaybetmişti, babası zaten hiç olmamıştı. İntikam almak istemesini anlayabiliyordum.
Ama bu, ondan hoşlanmadığım gerçeğini değiştirmiyordu. Belki arkadaş olabilirdik ama o bu yolu reddetmişti.
"Ne yapmayı düşünüyorsun?" Diye sordum Jungkook'a. Kahvelerini gözlerime kilitlerken omuz silkti. "Yarın Hoseok ve Namjoon hyung dönüyor, onlarla konuşacağım."
Kaşlarım havalandı. Bunu bana söylememişti. "Jin ve Yoongi?" Diye sorduğumda başını iki yana salladı. "Biraz daha kalacaklar."
Başımı sallayarak elimle gözlerimi kaşıdım. Göz kapaklarım ağırlaşmaya başlamıştı. Ayrıca başım da ağrıyordu ve bir an önce uyumak istiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
|•| Leaofila |•| rosékook
FanficBir yıldız öldüğünde, arkasında milyarlarca yıl yaşadığına dair bir iz bırakır. Bu bazen bir karadelik olur; yanına hiçbir şey yaklaşmaz ve yaklaşanlar da sağ kalamaz. O gün, o gece gözleri birer karadelik olan birini tanıdım. Gözlerinde ölü bir yıl...