3.5: final

2.4K 188 236
                                    

Bazen hayatın sizin için çizdiği yolu öngörmek için fazla umutsuz olurdunuz.

Bu yolun başını çok iyi hatırlıyorum. Gülümsemeyi unutmuş dudaklarımı, kurumuş kalbimi, bitkin ve zayıf bedenimi çok iyi hatırlıyorum. Umutsuzluğun dibine kadar batmış ruhumla yukarıya çıkmak için her çırpınışımı, batışlarımı ve düşüşlerimi çok iyi hatırlıyorum.

Paramparçaydım bu hayatın içinde. Mutlu olmak için fazla kırgındım. Her gün o dans kursunda sabahlara kadar çalışıyor, kendi kendimi harcıyordum. Böyle dediğime bakmayın, dünyanın bana verdiği en güzel hediyeyle de bu dans kursundan sonra tanışmıştım.

Onu tanıyana dek hayatta beni iyi şeylerin bulmayacağına adım kadar emindim. Yalnız başladığım hayatı yine yalnız bitirecek, sessiz bir mezarlıkta yok olacaktım. Bir aile hayalim yoktu. Peşinden koştuğum bir adam, gece rüyalarımı süsleyen güzel şeyler yoktu. Baştan aşağıya kupkuru fikirlerimle hayata tutunmaya çalışıyordum sadece.

Kesindi, sonumun bir hüsran olacağı kesindi.

Derken bir akşam, emin adımlarla bu uçurumun sonuna ilerlerken birden dikenli güllerin olduğu bir bahçede bulmuştum kendimi. Dikenlerin kesip kanattığı ama yapraklarının iyileştirdiği bir gül bahçesi.

Ve ben, Park Rosé, hayatında asla yapmadığım bir şeyi yapmış ve bu bahçenin en güzel gülüne aşık olmuştum.

Jeon Jungkook; hayatımın tamamı, tutkum ve sevgim. Bir gecenin ardından bana bin galaksiyi hediye eden kişi.

Yemin ederim eğer Tanrı'nın onu benimle tanıştıracağını bilseydim, bunu daha erken yapması için her gün ona yalvarırdım çünkü ben, paramparça halde sürdüğüm hayatımda ihtiyacım olan tek şeyin o olduğunu bilmiyordum. Gözlerimin görmek istediği yüzün onun yüzü olduğunu, kulaklarımın duymak istediği sesin onun sesi olduğunu bilmiyordum.

Ruhumun diğer yarısının o olduğunu bilmiyordum.

Hoş, nihayetinde onu bulmayı başarmıştım. Her anımızı aklıma kazımış, hislerimi sonsuzluk kuyusuna atmıştım. Aradan koca 7 yıl geçmişti ama hâlâ gözleri gözlerime ilk dokunduğunda göğüs kafesimin ne kadar şiddetli sarsıldığını hatırlıyordum. Sonra dudaklarının dudaklarıma dokunduğu ilk anı, teninin tenime değdiği her saniyeyi, ruhunun ruhumu sarmaladığı her olayı...

O benim her şeyimdi. Sevgimin tamamı, tüm hislerimin sahibiydi. Şahsen ben, ona olan sevgimi başka birine vereceğimi asla ama asla düşünmezdim fakat sonra bir anda hayatımıza giren küçük misafirle işler değişmiş, benim güzel Soyeon'ım da babasıyla birlikte bu sevgimi kucaklamaya başlamıştı.

Şimdi o ikisi karşımda, havuzda birbirleriyle oynarlarken öyle güzel görünüyorlardı ki onlardan başka kimi sevebileceğimi düşünmeden edemiyordum. Biri canımdan bir parçaydı, diğeri kalbimden. O ikisini böyle güzel görebilirken hayattan başka ne isteyebilirdim ki?

"Anne, sen de gelir misin lütfen?"

Soyeon ve Jungkook birbirlerinin aynısı gözlerini bana çevirdiklerinde gülümsedim. Lisalar, Jimin ve biz birlikte bir tatil köyüne gelmiştik biraz dinlenmek için ve şimdi herkes havuzda birbirleriyle sulaşırken ben biraz halsiz hissettiğim için dışarıdan onları izliyordum.

Soyeon beni de havuza götürmek için çok çabalamış hatta hindi dansı bile yapmıştı ama gerçekten halsizdim bu yüzden onu reddetmek zorunda kalmıştım. Jungkook'un benim için endişelendiğini de biliyordum, bu nedenle en iyisi onları izlemekti.

"Ama ne konuşmuştuk küçük cadı," diye seslendim itiraz eden ses tonumla. Soyeon dudaklarını büzerken Jungkook üzerimdeki gözlerini asla hareket ettirmiyordu.

|•| Leaofila |•| rosékookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin