Acı, kalbimdeydi.
Acı, her yerdeydi.
Kaybolduğumu hissediyordum. Ölürken yaşamaya çalışan zavallı bir ruh kadar çaresiz olduğumu, yavaş yavaş o bataklığa battığımı hissediyordum.
Dudaklarım bir ilahiyi fısıldıyordu gökyüzünde kayan yıldızlara. Ellerim kanın kızıl rengiyle süslenmiş, gözyaşlarım siyahlığa bürünmüştü.
Suçluluk duygusu yüzüme, vücuduma, ruhuma, kalbime bulaşmıştı. Zihnimde dönüp duran o görüntüyü engellemek imkânsızdı çünkü kafamın içinde yaşadığım şeye karşılık gözlerimi ne kadar sıkı yumarsam yumayım kötülük çoktan zihnime sıçramıştı ve o görüntü kafama yerleşmişti.
Varlığı hep buradaydı, burada kalacaktı.
Kabulleniş.
Başım ağrıyordu.
Göz kapaklarım sızlıyordu, ellerimin titrediğini hissediyordum ve tenimin üzerinde başka bir teni. Dudaklarım kupkuruydu. Deli gibi susamıştım ama bitkin düşmüş bedenim çabalarıma bir yanıt vermiyor, öylece yatmaya devam ediyordu.
Ölü gibi.
Sonunda zorladığım göz kapaklarımı aralamayı başararak yutkunmaya çalıştım. Tam göğüs kafesimin üzerinde bir ağırlık vardı. Öyle bir ağırlıktı ki bu, nefeslerim keskin birer bıçak olup ciğerlerimi parçalıyordu sanki.
Ama Tanrı hayır, diyordu. Hak ediyorsun, kızım.
Paramparça oluyordum. Dağılıyor, acı rüzgara kurban gidiyordum.
Hak ediyordum.
Dilimi dudaklarımın üzerinde gezdirerek yarı açık gözlerimi hızlıca bulunduğum odada gezdirdim. Büyük, ferah bir odaydı. Çoğunluğu gri ve lacivert renklere bürünmüş mobilyalar odanın büyüklüğüne göre azdı.
Üzerinde yattığım yatak oldukça yumuşaktı; hemen çaprazımda başka bir kapı vardı. Diğer çaprazımda ise bir giyinme dolabı duruyordu. Dolabın yanında bir lambader duruyordu ve açıktı, yaydığı loş ışık odayı aydınlatıyordu. Lambaderin birkaç metre uzağında ise bir boy aynası vardı ama o an fark ettiğim beden yüzünden ayna pek seçilmiyordu.
Gözlerim usulca yüzüne tırmandı, Tanrı'nın kutsadığı tüm melekler onun ihtişamında sönük kaldı.
Gözleri kıpkırmızıydı, dudakları hafif aralık ve kuruydu. Hemen yanı başımdaki sandalyede oturuyordu ama başı yatağın başına yaslıydı. Soluk teni onun uykusuz kaldığının en büyük kanıtlarından bir tanesiydi.
Yanımdaydı, yanı başımdaydı. Beni beklemişti ve uykusuz kalmıştı.
Kalbime oturan yumru katlarca ağırlaştı, onu böyle görmek bu ağırlığın altında ölme isteğini doğurdu.
Alnına düşen birkaç tutam saçı çekmek için uzattığım elimin titrediğini gördüğümde dudaklarımı birbirine bastırdım. O an diğer elimin üzerinde hissettiğim sıcaklığın onun eli olduğu gerçeği beynimde şimşekler çaktırdığında tenim karıncalanmıştı.
Gözlerimi yeniden ona çevirdim.
Yine ve yeniden benimle kalan oydu.
Gözlerim istemsizce dolduğunda kendime tonlarca lanet sıralayıp elimin tersiyle gözümü sildim. Ağlamayacaktım, ağlarsam uyanırdı. Onun yorgun olmasını istemiyordum, hele benim yüzünden yorgun olmasını hiç istemiyordum.
Üzerimdeki yorganı çekerek elimi yavaşça elinden kurtardım ve doğruldum. Üzerimde siyah bir tişört ve siyah bir tayt vardı, saçlarım dağılmıştı ama şimdi onlarla uğraşamazdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
|•| Leaofila |•| rosékook
FanficBir yıldız öldüğünde, arkasında milyarlarca yıl yaşadığına dair bir iz bırakır. Bu bazen bir karadelik olur; yanına hiçbir şey yaklaşmaz ve yaklaşanlar da sağ kalamaz. O gün, o gece gözleri birer karadelik olan birini tanıdım. Gözlerinde ölü bir yıl...