Anlamsızdı, her şey.
Dünyanın gövdesinde barındırdığı karanlığın binlerce dalı sessizce boynuma dolanmış gibiydi. Kurtulmak için yaptığım her bir hamlede nefesim daha çok daralıyor, işlediğim günahlar kutsal bir ağıtla kulağıma okunuyordu.
Elime bir yapboz tutuşturmuştu Tanrı, henüz küçükken. Hayatımı binlerce parçaya bölmüş, yapboz parçaları olarak atmıştı önüme.
Minik ellerimle toplamak için uğraşmıştım paramparça olan yapboz parçalarını. Ama her seferinde daha da yüzüme çarpılmıştı eksiklerim.
Tanrı, prangalarla bağlamıştı beni acımasız geçmişime.
Bu, demişti. Senin hak ettiğin şey bu.
İşte tam da bu noktada anlamsız gelmeye başlamıştı her şey. Gülümseyen insanlar, her gün sıkılmadan doğan güneş, gece gökte parıldayan yıldızlar, mutlulukla zıplayan çocuklar... İşte tam da bu noktada vazgeçmiştim her şeyden.
Gözyaşlarımdan, doğumumdan, ölümümden, intiharımdan, her gece sığındığım o karanlık gökyüzünden vazgeçmiştim.
Ve bir daha, ölsem bağlanamazdım bu hayata.
"Harikaydın, Chae Young."
Dans hocamın saf ilgiyle süslenmiş ses tonu dudaklarıma minik bir tebessüm yerleştirmeme neden olduğunda kafamı kaldırıp onunla göz teması kurdum. Koyu renk gözleri parlayarak yüzümde gezindiğinde pozisyonumu bozarak ayağa kalktım ve sırt çantamın yanına koyduğum şişeyi aldım ve kapağını açarak kafama diktim.
Sabahtan beri durmadan dans antremanlarına devam ediyordum ve deli gibi acıkmıştım. En yakın arkadaşım Lalisa ile YG'nin yakında olan seçmeleri için çalışıyorduk. O gerçekten mükemmel dans ediyordu. Normal olarak benim kadar zorlamıyordu kendini.
Rahatlığına imreniyordum.
"Bugünlük bu kadar yeter, Chae Young. Eğer vücudunu şimdiden bu kadar yorarsan kendini toparlaman uzun sürebilir ve cildin stresten zarar görürse şansını düşürürsün, anlıyorsun değil mi?"
Dans hocam deneyimli bir ses tonuyla konuştuğunda başımı sallayarak onu onayladım. Odanın öbür ucuna koyduğu kamerasını ve eşyalarını sırt çantasına topladıktan sonra bana son kez iyi akşamlar diledi ve gitti.
Elimi saçlarımın arasından geçirerek siyah kapüşonlumu giydim ve sırt çantamı sırtıma takarak salondan çıktım.
Saat 7'yi geçeli çok oluyordu. Seul'un sokakları soğuktu, etrafta koşuşan insanların stresleri ve karamsırlıkları gökyüzüne yansımıştı sanki. Bulutlu havaya bakarak dudaklarımı birbirine bastırdım.
Eğer bir yağmur damlası olsaydım, bir okyanusa düşmek isterdim. Onlarca damlanın arasına karışmak ve varlığımı orada sürdürmek, tıpkı şimdi olduğum gibi orada da bir hiç olmak...
Sus, dedi içimdeki Rosé. Konuşma, düşünme ve sus.
Konuşmadım, sustum. Ama düşünmemek... İşte onu istesem de yapamıyordum.
Kulaklıklarımı kulağıma geçirerek yürümeye başladım. Kulağımda yankılanan şarkı usulca dudaklarıma süzülüyor ve iradem dışında beni eşlik etmeye zorluyordu.
Dudaklarımı araladım ve sessizce şarkıya eşlik etmeye başladım. Kafamda dolanan düşünceleri ancak böyle susturabiliyordum.
Beni kendine layık et, ben lanet olası bir duygusuzum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
|•| Leaofila |•| rosékook
FanficBir yıldız öldüğünde, arkasında milyarlarca yıl yaşadığına dair bir iz bırakır. Bu bazen bir karadelik olur; yanına hiçbir şey yaklaşmaz ve yaklaşanlar da sağ kalamaz. O gün, o gece gözleri birer karadelik olan birini tanıdım. Gözlerinde ölü bir yıl...