İnsanları ve söylediklerini umursardım. Bu belki bir ya da iki yıl öncesine kadar böyleydi ama sonra fark etmiştim ki kafalarını insanlar hakkında konuşarak rahatlatan kişileri umursamak büyük bir hataydı.
Onları susturamazdım, bu sadece zaman kaybı olurdu ve incinen yine ben olurdum. Zamanla onları umursamam gerektiğini söyleyen yanımı görmezden gelmeye başladım çünkü her ne yaparsam yapayım o yanımı öldürmeyeceğimi biliyordum.
O hep orada olacaktı ve önemsememi söyleyecekti ama eğer onu görmezden gelirsem onun da yapacağı tek şey konuşmak olacaktı.
Belki de bu kendimi avutma biçimimdi ama en azından yaşamamı sağlıyordu. Yeterince güzel olmayabilirdim ya da başarılı ama bu sadece benim hayatımda olan bir şeydi ve beyni boş insanların hayatımı mahvetmesine izin veremezdim.
Bu bir intihar sayılırdı.
Sonra hayatıma o girmişti.
Erkekler, hayatımın hiçbir bölümünde yer edinmemiş faktörlerdi. Onlar benim hayatıma girmediği gibi karışmalarına da izin vermezdim.
Sonra bir anda ne olduysa onun söylediklerini çılgınca umursamıştım ve bu o kadar canımı yakmıştı ki kendimden bile soğumuştum.
Jeon Jungkook, fırtınalarımın tek sebebiydi.
Yokuşlarım, yok oluşlarımdı.
Düşüncelerimin arasından sıyrılıp suyu kapattım ve duşakabinden çıktıktan sonra hızlıca bir havluya sarınıp odama geçtim. Uyanalı birkaç saat oluyordu ama henüz kafam yerinde değildi. Başım ince ince sızlıyordu ve ellerim hâlâ titriyordu.
Dün geceyi düşünmek istemiyordum. Sinirlerim kontrolden çıkmıştı ve bu bir tür kriz geçirmeme neden olmuştu. Toplamam gereken yapboz parçalarım her yana dağılmıştı ve ben artık onları ne kadar toplamaya çalışırsam çalışayım dağılacaklarını hissediyordum.
Üzerime siyah bir kot ve kalın bir kazak giydikten sonra hızlıca saçlarımı kuruttum. Duvarlar beni boğuyordu, Lalisa dün geceden kalma halde Jisoo'yla salonda yatıyordu yani her açıdan bu evden tüymek istiyordum.
Gidecek herhangi bir hedef belirlememiştim. Belki olsaydı dans kursuma giderdim ama orada beni tebrik edecek bir öğretmenim bile yoktu.
Bu düşünce yeniden hüzünlenmeme ve sinirlenmeme neden olurken kafamda oluşan plana uymaya karar verdim.
Yanıma her zamanki gibi gerekli birkaç şey aldıktan sonra spor ayakkabılarımı hızlıca ayağıma geçirdim ve evden çıktım.
Saat 5'ti.
Merdivenleri indikten sonra ritimli adımlarla yürümeye başladım. Hedefim Jungkook'un eviydi çünkü ona sormam gereken şeyler vardı.
Sokakları geçtim; caddeleri, dükkanları; insanları gördüm; hastaları, yaşlıları ve henüz dünyanın kirine bulanmamış çocukları.
Ve sonra kendimi gördüm. Ölmek için cellatının yanına giden kendimi.
Düşüncelerim adımlarımın hızlanmasına sebep olurken en sonunda dayanamayıp bir taksi durdurdum ve evin adresini verdikten sonra arkama yaslandım.
Yaklaşık 15 dakikalık bir yolculuğun sonunda araba büyük beyaz malikanenin önünde durmuştu.
Yutkundum.
"Hanımefendi, geldik." Diyen şoförün kalın sesini duyduğumda istemsizce irkilerek dudağımı ısırdım ve hemen taksimetrede yazan parayı çıkarıp şoföre uzattım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
|•| Leaofila |•| rosékook
FanficBir yıldız öldüğünde, arkasında milyarlarca yıl yaşadığına dair bir iz bırakır. Bu bazen bir karadelik olur; yanına hiçbir şey yaklaşmaz ve yaklaşanlar da sağ kalamaz. O gün, o gece gözleri birer karadelik olan birini tanıdım. Gözlerinde ölü bir yıl...