46. BÖLÜM: "EN ACIMASIZ GECE | 2013"
Mayıs 2013
7 yıl öncesi...Yakıcı güneş cehennem azabı misali bütün öfkesiyle yeryüzünü kavururken, bugün işlenecek olan günahın kefaretini üzerinde taşıyordu. Yağmur bulutları henüz sıranın kendilerine gelmediğinin bilincinde, uzaktan izliyorlardı bu körpe manzarayı.
Filvaki yaklaşmaları ve güneşi çepeçevre sarmaları yasaktı. Gökkuşağını ve hükmünü sevmezlerdi. Bulutun gözyaşları ve güneşin azabının birleşimi sonucunda çıkan şımarık bir renk cümbüşüydü o fakat bütün övgüyü üzerine toplayan da yine kendisiydi.
Oysa bulutlar ağlamasa ve güneş cayır cayır yanmasa gökkuşağı denen o ukalâ olamazdı. Ona fırsat vermemek adına oldukları yerde, sıralarının gelmesini beklediler. Her şeyin bir düzeni ve sırası vardı vesselâm. Bu bulut yahut güneş de olsan asla değişmeyecek bir kuraldı.
Aynadan aksine bakan kız, kızıla kaçan turuncu saçlarını büyük bir özenle tararken, ninni gibi sesiyle şarkılar söylüyordu. Üzerine giydiği, en sevdiği rengin başka bir tonu olan gece mavisi hırkasını ve tişörtünü düzeltti. Altında da pantolunu vardı. Bu üç kıyafeti öylesine çok severdi ki, yalnızca özel günlerde giymeyi tercih eder, normal günlerde kıyamazdı kirlenir yahut zarar gelir diye. Bugün onun için çok özel bir gündü.
Saçlarını taramayı bırakıp örmek üzere babasının hediye ettiği tokayı bileğine geçirdi ve uzun saçlarını omuzunun üzerinden önüne sarkıttı. Saçlarını çok severdi. Parmakları, kızıl yılanlarım diye adlandırdığı saç tutamlarının arasında gezinirken ve usul usul birbirinin etrafında dönerken, "Çiçek! Yanımıza gel seni küçük şeytan!" diye seslendi içeriden, İnci Filiz Özateş. Kızına lakaplar takmayı severdi. Her ne kadar Elis hiç sevmese de. Usulca oturduğu yerde doğruldu ve aynasını katlayıp, cama doğru çevirdi. Babası onun için makyaj malzemeleri satan mağazaların aynalarından yaptırmış ve hemen Elis'in yatağının başucuna monte ettirmişti. Elis aynasını çok severdi, üstelik kendisine bakmak için ayağa kalkması gerekmiyordu. Bu hoşuna gidiyordu.
Yatağından kalktı ve nevresimini güzelce düzeltti. Dağınıklıktan nefret ederdi. Panduflarını ayaklarına geçirirken, homurdanıyordu. Annesi neden gelmiyordu ki? Her defasında boş şeyler için ayağına çağırıyordu kendisini.
Merdivenlerden üçer beşer indi ve büyük bir özen ve gösterişle hazırlanmış salonlarına ilgisizce göz gezdirip babasını gözlerine kestirdi. Koşarak, pahalı deri koltukların tekinde oturan babasının kucağına atladı ve yanağına kocaman bir öpücük bıraktı. "Nasılsın babişkom?" diye sordu heyecan ve aşkla. Babasına o denli bağlıydı ki, bu bazen Filiz Özateş'i kıskandırıyordu. "İyiyim, kızıl prensesim." dedi babası kızının misler gibi kokan saçlarını öpüp ona sıkıca sarılırken, "Sıkılmıyor musun sen yukarıda?"
Elis omuzlarını silkti ve "Hayır babişkom." dedi sevimlilikle, "Buradan daha az sıkılıyorum yani." Babasının kulağına yanaştı, "Annemle sürekli tartışıyorsunuz ve o beni çok sıkıyor. Eşyalarına zarar vermemden korkuyor, bu haksızlık. Ben sıkılıyorum, eğlenmek benim de hakkım."
Babası anlayış ve şefkatle kızının güzel yanaklarını okşadı ve "Bak şöyle yapalım, babacığım," dedi sevecen bir ifadeyle, "Sen bugünü annenle geçir, o da sana bulaşmasın."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EMPUSA MÜHÜR | VUSLAT -18
ChickLitSessizliği dinliyordum. Seneler evvel sırdaşımken şimdi en azılı düşmanımdı. Belki huzur kollarında gizliydi fakat benim için değildi, delirdiğimi göremiyor muydu? Ben karanlığın soğuk kollarına aşık olan o kadındım. Sessizlik beni çıldırtırdı. Ben...