"Yardım et, lütfen yardım et!" Kafamın içinde devamlı tekrar edip duruyordu bu cümle. Arkadaşım kollarımın arasında öylece duruyordu. Yüzünde yer yer morluklar vardı. Burnundan akan kan kurumuştu. Kaşı patlamış, bilekleri morarmıştı.
Kim yapmıştı, neden! Neden! Neden!
Aklım almıyordu. Öykü hassastı, fazla narindi. Aynı zamanda da tanıdığım en güçlü kadınlardan birisiydi. Ruhsal olarak kolay kolay yıkılmazdı. Ruhsal acı ile baş edebilir fakat fiziksel acıya dayanamazdı. İncitmişlerdi onu, canını yakmışlardı.
Öylece bakıyordum yüzüne. Bize yaklaşmalarına izin vermedim. Belki onlarda yakardı canını bilemezdim. Bir el hissetim omzumun üstünde ama bakmadım yüzüne, bakamadım. Birisi geldi yanımıza, gölgesi Öykü'nün yüzüne düşüyordu. Yüzüne çöken karanlık morluklarını kapatmak yerine daha da çok belli ediyordu. Elimden almaya çalıştı, izin vermedim.
"Bırak." Hayır. O kim oluyordu ki arkadaşımı elimden almaya çalışıyordu. Çocuk yavaş hareketler ile onu kucağımdan almaya çalışıyor, ben ise onun aksine sertçe onu tutuyordum. İki el uzandı kollarıma. Beni çekmeye çalışıyordu.
"Bırakta ona yardım edelim, yaralarına bakılması lazım." Dedi tanımadığım adam. Bir yandan kollarımı tutan kişiye direniyor diğer yandan Öykü'yü almak isteyen çocuğa dik dik bakıyordum. Kısa süren bir mücadelenin ardından Öykü'yü aldıklarında öylece baktım arkalarından. Kalkamadım, konuşamadım. Öykü'yü geniş koltuğun üzerine bıraktı çocuk. Hareketleri yumuşak ve seriydi.
"Nasıl yaraları Burak?" Burak denen çocuk cevap vermedi. Öykü'nün yüzünü yavaşça bir sağa – sola çeviriyordu. Bileklerine baktı sonra.
"Ağabey çok kötü dövmüşler!" ağzından çıkan her kelime kalbime bir ok gibi batıyordu. O arada çaresizce beklerken ben burada öylece bekliyordum. Keşke arasaydım, yanında olsaydım. Burak denen çocuk tekrardan eğildi Öykü'nün yanına.
"Hastaneye gidelim, hemen." Dedi annem. Sabahtan beri kurduğu tek cümle buydu sanırım.
"Burada bakabiliriz, Burak anlar bu işlerden." Tufan denen adam bu çocuğa oldukça güveniyordu, sesinden bariz belliydi.
"Çek elini onun üstünden!" ama ben gücenmiyordum. Onu, onları tanımıyordum bile. Arkadaşımı bu insanların eline emanet edemezdim. Hızla kalktım yerimden benimle eş zamanlı olarak Burak denen çocukta fırladı ayağa.
"Çekil şuradan!" sinirleniyordum. Ama çocuk inadına hareket etmiyordu. Ben sağa geçince sağa, sola geçince sola geçiyordu. Sert bir nefes bıraktım burnumdan. "Sana. Çekil. Diyorum!" her kelimenin üzerine basa basa konuşuyordum. Herkes bizi izliyordu ama kimse müdahale etmiyordu. Karşımda ki çocuk başını sağa sola yatırdı. Gerilmişti.
"Şimdi, içinden bulunduğun şoku anlıyorum çünkü az önce aynı şeyleri biz de yaşadık." Ellerimi iki yanımda yumruk yaptım. Bu ile o aynı şey değildi. "Biz de arkadaşımızı kim neden dövdü diye sorgulayıp durduk." Bir adım geriye atıp gözleriyle süzdü beni. "Biliyor musun kimse böyle şımarıkça davranmadı ama." Ne, şımarık mı? Ben mi?
"Sen ne sa-" elini havaya kaldırıp konuşmamı engelledi. "Şimdi senin bu saçma sapan hareketlerin ile ilgilenmektense bu kızın yaraları ile ilgilenmeyi tercih ederim. Bak ne var biliyor musun, istediğini yapıp onu öylece bırakabilirim benim için problem olmaz. Onu hastaneye götürürsünüz, orada polise ifade verirsiniz bu sorun olmaz. Ama kızın buraya geldiği arabaya ve üzerindekilere bakacak olursak -dolandırıcı olmadığını varsayarak konuşuyorum- kız sosyeteden ve medyanın da ilgisini çekecektir." Haklıydı, polis sorun olmazdı ama medya sakattı. Dedesi ve babaannesi torunlarının bu halini kaldıramazlardı. Bakışlarımla onayladım çocuğu. "Bende öyle düşünmüştüm." Dedi ve yanındaki çocuktan birkaç malzeme istedi.
Çocuk dikkatli hareketlerle Öykü'nün yüzünü temizliyor bense en az onun dikkatli bir şekilde onları izliyordum. Yaralara her dokunuşunda yüzümü ekşitiyordum. Yaralar Öykü'nün bedenin, acıları ise ikimizin bedenindeydi. "Şimdi herkes dışarı çıksın, vücuduna bakmam lazım." Dedi gözlerini Öykü'den ayırmadan. İtiraz etmek için ayaklanmıştım ki az önce adının Ömer olduğunu öğrendiğim çocuk beni bakışları ile susturdu. İstemeye istemeye de olsa çıktım salondan. Öykü iyi olacaksa her şeyi yapmaya hazırdım.
Kalbim sanki kafamın arkasında atıyor, ensemden sırtıma doğru damla damla ter akıyordu. Başımın ağrısı çeneme vuruyor ve dayanılamaz bir hal alıyordu. Sol elimi alnıma koydum ve gözlerimi kapadım. Düşünmeliydim, kim neden yapmıştı bunu. "Biliyorum canın sıkkın ama sana yardımcı olmamıza izin ver, kızı bu hale kim getirmiş bulalım?" dedi Mete Bey. Kendim bulabilirdim. Öykü'nün takıldığı herkesi tanıyordum ama kimin yaptığını kestiremiyordum. Cevap vermedim ve odaklanmaya çalıştım. Arkamdan derin bir nefes sesi geldi fakat elimi kaldırarak konuşmasına başlamasına hiç izin vermedim. Ağır hareketlerle döndüm hepsine. Konuşmak için ağzımı açmıştım ki odayı saran sesle irkildim. Kapının önünden geliyordu ve tanıdık bir melodiydi. Hızla adımlarımı kapıya yönelttim. Öykü'nün çantası merdivenin son basamağına düşmüştü. Hemen içindeki telefonu çıkartıp arayanın kim olduğuna dikkat etmeden açtım telefonu.
"Neredesin lan sen, neden açmıyorsun o telefonu!" karşıdaki tanıdık ses tüm damarlarımın çekilmesine neden oldu. Adı bile geçse sinir kat sayılarım tavan yapıyordu. "Cevap versene lan, kahpe!" Merdivenden usulca aşağıya indim beni izleyen gözlerden kaçmak için. Sessizce cevap verdim " Doğru konuş adi şerefsiz!"
Kısa süreli bir sessizlik ardından öyle bir kahkaha attı ki telefonu kulağımdan uzaklaştırmak zorunda kaldım. "Kızım sen daha bir iki saat önce bana yalvarıyordun ne oldu bir anda?" Sol gözüm atmaya başlamıştı, nasıl aklıma gelmemişti. Ensar'dan başkası yapamazdı böyle bir şeyi. Kafası iyiydi, benim Öykü olmadığımı anlamamıştı bile. "Ne oldu, sustun yine. Neyse yanıma gel çabuk, konuşup aramızı düzelteceğiz tamam mı?" dedi ve cevabımı beklemeden kapattı telefonu.
Ensar Öykü'nün eski erkek arkadaşıydı. İlişkileri ilk başladığında Ensar böyle değildi. İyi, hoş, kibar bir insandı ve Öykü ile ilişkileri parmakla gösterilecek kadar güzeldi. Fakat ailesi gittikçe zenginleşmeye ve Ensar'ın çevresi de o hızla değişmeye başlamış ve onu değiştirmişti. Öykü başlarda düzelmesi umuduyla bekledi ayrılmadı ondan. Bekledi bekledi ama Ensar düzelmek yerine daha da kötüye gitmeye başladı ve en sonunda ayrıldılar. Ayrılık süreçleri de çok zor olmuş ve Öykü çok yıpranmıştı. İki üç aydır sesi soluğu çıkmıyor diye biz de rahatlamıştık. Ama yeniden karşımıza çıkmış ve canım ı acıtmış, ona zarar vermişti ve bu sefer yaptıkları yanına kalmayacaktı. Hızlı ve kendimden emin adımlarla girdim içeriye. Herkes merakla yüzüme bakıyor ve bir açıklama bekliyordu. Samimi olduğuna inandığım bir gülümseme yerleştirdim yüzüme. "Dedesi aradı, iyi ve yanımda olduğunu söyledim." Annem şüpheli gözlerle bana bakıyordu. Dediklerime inanmamıştı ama çaktırmıyordu. "izin verirseniz odama çıkmak istiyorum." Dedim ve yanlarından ayrıldım. Daha bir iki basamak çıkmıştım ki Ömer denen çocuk kolumdan tutup durmamı sağladı.
"Ömeeer!"
Tufan Bey'in sesinde uyarıcı bir ton vardı. Çocuk gözlerimin içine kısa bir süre baktı. Adının ikinci defa tekrarlanmasının ardından gözlerini gözlerimden ayırmadan başını hafif sallayıp kolumu serbest bıraktı.
Neden böyle davranmıştı anlayamamıştım ve üzerinde de pek durmayacaktım. Şimdi yapmam gereken tek şey kimseye gözükmeden evden çıkıp Ensar'a haddini bildirmekti.
04.03.2020 Tarihinde Düzenlenmiştir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gizemli Ve Tehlikeli (Düzenleniyor)
Mystery / ThrillerKaranlık, çok karanlık. Aradan geçen zaman hepimizi değiştirmişti. Farklı yerlere dağılmıştık, kaybolmuştuk. Karanlığın üzerimize çökmesine biz izin vermiştik. Şimdi o karanlığı kaldırma vakti gelmişti. Kaldığımız yerden değil, düzeni yeniden kurma...