Ağlamak, genelde üzülünce gerçekleşen bir olay gibi gözükür çoğu zaman. Eğer ağlıyorsa birisi canının yandığını düşünürüz. Kimsenin aklına gelmez mutluluktan ağladıkları.
Kabul edelim mutluluktan ağlayan insanların sayısı bir elin beş parmağını geçemeyecek kadar az, en azından benim çevremde öyle.
Ben ağladığımı pek göstermem ağlamayı da çok sevmem, güçlü olduğumu kanıtlamaya ihtiyacım yok çünkü. Evet ağlarsam anlar herkes ne kadar güçlü olduğumu ve o zaman plan, başlamadan biter.
Onlara göre acısı hala taze, kırılgan ve zayıf bir kız çocuğu gibi olmalıydım. Öyle gözükmem şarttı.
Kötü adamların bile çocuklara karşı merhametleri vardı zaten çocuklara zarar verenler de insan dahi olamayacak kadar aşağılıktı. İnsandan bile aşağılık olmak... İşte bu onları süper kötü yapıyordu.
Onlar beni öyle görürken ben gizli savaşıma devam edecektim. Sayfalara döktüm her şeyi. Yazdım, yazdım ve yaktım tüm hikayemi. Tükenmez bir kalemdim ben. Ucuz bir kırtasiyeden üç beş liraya alınmış ve tükeneceğini bile bile adına tükenmez denilen o kalem. Benim tükendiği gün bitecekti her şey ve o ucuz kırtasiye bir cennete dönüşecek benim küllerimden.
" Ne geçiyor o kafanın içinden yine?" Düşüncelerime bir virgül koyup kapattım kafamın içindeki o defteri, yanacağını bile bile.
İnsanın düşünürken dili damağı kurur muydu, benimki kurumuştu.
"Düşünüyorum."
Aslı cevabıma göz devirip önündeki kağıtlara döndü yine. Neredeyse kırk beş dakika geçmişti ve biz hala Akif Amca'yı bekliyorduk. Geç kalmak yaşı kaç olursa olsun geçerli bir sebebi yoksa saygısızlıktı.
Ben onun geç kalmalarına alışsam da başkaları bunu onlara karışı yapılan bir saygısızlıktı.
Kimseye saygısızlık yapma demişti babam, eğer saygı görmek istiyorsan saygısız olma. Ha yaptın bir hata diyelim bunu karşındakine hissettirme, hissettirme ki seni kendisinden aşağı görmesin.
"Tufan Sönmez, uzun zaman olmuştu."
Klasik Akif Amca... Kimse sesin nereden geldiğini anlamamıştı bile. Yerimden kalkıp salona geçtim. Tahmin ettiğim gibi Akif Amca küçük salonda ki neredeyse salondan bile büyük olan vitrinin yanında dikiliyordu.
Ona samimi bir gülümseme sundum. O benim nadiren güldüğüm insanlardan biriydi. Bu yüzden onu çok hızlı tanımıştım.
" Yine geç kaldın Akif Amca, bu sefer bahanen ne?" dedim alayla. O benim sorularımı ve ciddiye alırdı. O kızını kaybetmiş bir baba ve bende babasının kaybetmiş bir kızdım. Yani birbirimizi en iyi biz anlardık.
"Kiminle konuşuyorsun Ece?" dedi Didem koluma girerken. Korkmuştu ama belli etmemeye çalışıyordu. Çenemle vitrinin orayı işaret ettim.
"Beklediğimiz kişi geldi. Kendisi biraz fazla sessizdir." dedim ima ile. Zafer ve Cemal Amca koltuklardan birine yerleştiler. Tufan Ağabey ise vitrinin yanından aniden fırlayan Akif Amca'nın tam karşısına dikişmişti.
"Uzun zaman oldu, Akif." Dedi elini uzatırken. Aralarında garip bir enerji vardı, bunu görmek için dahi olmaya gerek yoktu.
Akif amca Tufan Ağabey'in uzattığı ele bir süre baktı. O eli ya sıkacak işimize bakacaktık ya da sıkmayacak uğraşacaktık.
Şuanda böyle bir gerginlik sadece işimizi yokuşa sürerdi.
"Uzatma Akif, oyun vakti değil." Dedi Zafer Amca. O da benim gibi düşünmüş olmalıydı. Halbuki uyarılmıştı Akif Amca.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gizemli Ve Tehlikeli (Düzenleniyor)
Gizem / GerilimKaranlık, çok karanlık. Aradan geçen zaman hepimizi değiştirmişti. Farklı yerlere dağılmıştık, kaybolmuştuk. Karanlığın üzerimize çökmesine biz izin vermiştik. Şimdi o karanlığı kaldırma vakti gelmişti. Kaldığımız yerden değil, düzeni yeniden kurma...