Bölüm 03

2.3K 287 141
                                    

F şehrinin göklerine yaz fırtınası hakimdi. Işıklar sönmüş, şehir uzun süre karanlığa gömülmüştü. Bir apartmanda üzerinde okul forması olan Jue Ming oturma odasının kenarında oturuyor, zemin kattaki evinin penceresinden karanlığa bakıyordu.

Tam o sırada gök gürültüsü bulutları, birbirine karışan parlak şimşek çizgileriyle şehri vurarak yerdeki yüksek binaları siyah gökyüzüne bağlamıştı.

Gök gürültüsünün ilk patlamasıyla çiçek açan şimşek, gencin solgun yüzünü aydınlatmıştı. Gök gürültüsünün içinde bilinmeyen bir ses yükseldi ve gök gürültüsü bulutları devrildi. Yükselen ses telefon sesiydi.

"Baba, eve gelmen ne kadar sürer?" diyerek açtı telefonu Jue Ming.

"Canım!" Çağrının diğer ucundaki adam endişeyle bağırdı. "O kadar çabuk eve dönemeyeceğim."

"Ah, tahmin etmiştim" diye cevapladı Jue Ming, bir gök gürültüsü daha duyuldu.

Babası Zhang Min "Yol çok dolu. Eve ancak gece yarısı varabileceğim. Beni beklemeden akşam yemeğini ye, buzdolabının içinde pişmiş yemek var" dedi.

Aramanın diğer ucunda, bir rahatsızlık varmış gibi çok fazla gürültü vardı. İnsanlar küfrediyor, bazıları anlamsızca bağırıyorlardı. Gökyüzünü kaplayan yağmur fırtınası telefondan gelen sesleri maskeliyordu.

Jue Ming "Elektrikler kesildi, mikrodalgayı kullanamam" dedi.

Zhang Min endişeyle bağırdı. "Ne dedin? Biraz daha yüksek sesli konuş! Seni duyamıyorum!"

Jue Ming sesini yükselterek "Hiçbir şey! Sorun yok!" dedi.

Zhang Min sonunda oğlunun sesini duymuştu, bağırırken gülüyordu. "Beni bekle! Yakında yanında olacağım! "

Jue Ming telefonu kapattı ve yalnızca bir bardak su içti. Buzdolabını açmadı, sessizce oturmaya devam etti. Haftanın beş günü F şehrinin yatılı lisesinde kalıyordu. Böyle nadir tatil günlerinde ise onu evlat edinen babasına eşlik etmek için eve dönüyordu.

Dün -yani perşembe günü- Zhang Min bir iş gezisine çıkmıştı, ancak ertesi günkü akşam yemeğini birlikte yiyeceklerine dair sözleşmişlerdi. Zhang Min acele ediyordu, ama yoldaki yoğunluk yüzünden doğru düzgün ilerleyemiyordu.

Yeni bir gün olmasına iki saat kalmıştı. Jue Ming karanlıkta oturuyor, bir heykel gibi hareket etmiyordu.

Saat 00:00'da elektrik geri geldi. Tüm oda anında aydınlandı. Jue Ming'in göz bebekleri parlaklıktaki ani değişime uyum sağlamakta zorluk çekti.

Televizyonu açtı, tüm ekran statikti, beyaz gürültü odaya yayılıyordu. Çaresizce geri kapattı. Aşağıda bir ambulansın siren sesi duyuluyordu.

Telefon tekrar ısrarla çaldı, Jue Ming telefonu almaya gitti. Sonunda gürültü önemli ölçüde azalmıştı.

Zhang Min "Canım... İyi misin?" diye sordu.

"Eh işte."

Zhang Min'in sesi titriyor gibiydi. Sözleri telefondan kesik kesik geliyordu. "Nasıl gidiyor? Kimse kapıyı çaldı mı? Birisi kapıyı çalarsa, asla kapıyı açma."

Jue Ming "Hım" dedi.

Zhang Min bir süre nefes nefese kaldı, bulunduğu yer çok sessizdi. "Aşağı in ve beni bekle, kentsel bölgeye çoktan girdim."

Jue Ming "Tamam" dedi.

Zhang Min hemen fikrini değiştirdi. "Ya da boş ver. Sadece evin içinde kal. Oh, bir valiz hazırla. Bir deste kart, para, ilaç ve kıyafet koy. Seni kampa götüreceğim tatlım. Kapıyı benden başkasına açma. Gelmeme yaklaşık on dakika var. Unutma, kapıyı kim çalarsa çalsın sakın açma!"

Dawn of the WorldHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin