29- Kıymet bileneydi o sevgi yazık edene değil

1.6K 134 239
                                    

-Sadakatle başlayan herşey İhanetle biter.

"Hoş geldin."

Yoongi, Namjoon'un biricik eşi. Esmerin gözünden bile sakındığı, bakarken kıyamadığı sevgilisi. Hayat arkadaşı, ömür yoldaşı.

Duruyordu Namjoon'un karşısında birkaç saat önce yalan söylememişçesine. Yüzünde sıcak bir gülümseme, üstünde esmerin tişörtü. Okşamaya kıyamadığı süt beyazı bacakları gözler önünde, öpmeye ve dokunmaya kıyamadığı saçları alnının üstünde.
Her bir zerresi Namjoon'a göre kusursuz olan Yoongi, eşi duruyordu karşısında.

Namjoon, onun sıcak gülüşünün sahte olduğunu anlamıyordu, anlayamıyordu daha düne kadar. Şimdi, o çok sevdiği gülüş hiç olmadığı kadar yalan geliyordu esmer olana. Huzursuzdu Namjoon, içinde tek bir ağaç dalı bırakmayan bir fırtına yaşamıştı daha bir iki saat önce. Kalbini kör bir bıçakla yerinden oyuyorlarmış gibi hissetmişti. Hala da hissediyordu, ömrünün sonuna kadarda böyle hissedeceğini düşünüyordu.

Namjoon saf değildi, aşıktı. Bu yüzden eğer ki birkaç hafta önce eşinden başka bir koku almasaydı onun bugün ki yalanının altında başka birşey arardı, ihaneti değil.

İhanet dile getirilmesi bile çok zor olan birşeydi Namjoon için. Yoongi'den önceki ilişkilerinde hiç tatmadığı birşeydi. Sadece gördüğü bildiği iğrenç birşeydi. Nerden bilebilirdi ki bir gün başına geleceğini? En güvendiği yerden darbeyi vuracağını hayatın nerden bilebilirdi?

"Nehir, sahil kokusu var üstünde şirkette değil miydin?"

Gelip kendisine sarılan eşi, Yoongi'si kendisinden ayrıldığında söylemişti bunları. Namjoon onun sarılışından birşey anlayamamıştı, hissetmemişti.

Her zaman iri kollarıyla sardığı ince bedeni bu sefer sarmamıştı. Kollarını bile dolamamıştı ona. Boynundan öpmek, kokusunu solumak hiç içinden gelmemişti adamın. Yapmak istemişti, orası ayrı fakat yapamamıştı. Birşey durdurmuştu onu. Garipti, çok garipti ama daha garibi ise Yoongi'nin bunları farketmeyişiydi.

Yüzündeki aynı mutlu, sevinçli ifadeyle aldattığı eşinden ayrıldığında onun gözlerindeki acıyı görmemişti hatta ruhu duymamıştı. Namjoon'un içinde volkanlar patlıyor, fırtınalar kopuyorken Yoongi'de yaprak kımıldamıyordu. En acısıda farketmiyordu Yoongi ondaki değişikliği. Aklı öylesine genç sevgilisiyle, yasak elmasıyla doluydu ki eşini görmüyordu gözleri.

Bakıyordu Namjoon'a, ama görmüyordu Namjoon'u.

"Biraz erken çıktım sahilde oyalandım hava güzeldi." Demişti.

Sesi titrememişti, gözleri dolmamıştı, titrek bir nefes firar etmemişti dudakları arasından. Sadece konuşmuştu düz bir şekilde. Fakat böyle olmamalıydı işte.
Sesi titremeli, gözleri dolup dolup akmalı, titrek nefesleri derin iç çekişlere dönmeliydi. Buraya gelmeden önce sahilde olduğu gibi olmalıydı. Ağlamalıydı, deli gibi ağlamalıydı. İki saat içinde göz pınarları kurumuş olamazdı. Aldığı darbeyi, ihaneti iki saatlik bir acıya sığdıramazdı. Mümkün değildi ki. İki saat değil, iki yılda değil, iki ömür yetmezdi Namjoon'a acısını yaşaması için.
Bu hayatının sonunda ona tekrar bir ömür verilse Namjoon tekrar Yoongi'nin ihanetine ağlardı.

Fakat neydi şimdi ki hali? Niyeydi Yoongi'nin karşısındaki suskunluğu ve normalliği? Yapması gereken bağırıp çağırmaktı değil mi? Ortalığı yıkıp dökmek ve Yoongi'ye, neden kendisine ihanet ettiğini sormak. Acısını, hissettiklerini, içindekileri dışarıya, Yoongi'ye kusması gerekirken neden bir taştan farksızdı?

Böylesine derin bir acı onu susturmuş muydu yani? Acının büyüklüğü insanın vereceği tepkiyi mi belirliyordu gerçekten? Büyük acılar beraberinde büyük suskunlar mı getirirdi?

Betrayal Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin