Aşağıda sessizce plakları karıştırırken Aras'ın adımlarını duyabiliyordum. Farklıydı onu adımlarından bile tanıyordum, aldığı nefesten ya da kokusundan her şeyi her şeyim olmuştu biz bir bütün olmuştuk en çokta bunu bunu seviyordum.
Aşk; üç harfi barındıran büyük bir yaşanmışlık.
Üç harf onu anlamdıracak kadar güçlü değil ki, sığmaz içine yaşananlar. Söylendiği kadar basit değil yaşaması onunla yaşamak.
Plakların eşsiz güzelliğine kendimi kaptırmış olduğumun bile farkında değilken Aras'ın ayak sesleri fark ettirdi.
"Çıkalım mı?" İçimde hala gördüğüm manzaranın mutluluğu vardı. Bilmem neyden ama garip bir şeydi. Yaşam hevesinden çok mutluluk gibi, mutluluktan çok huzur gibi. Burası çok farklı bir yerdi onun olduğu her yer çok farklı bir hal alıyordu benim için.
"Gidelim."
Kapıya doğru ilerlemeden onu bekledim.
"Sen gülünce çok güzel oluyorsun." Çok durduk yere söylenmiş sözlerdi benim için ama belki onun için değildi.
"Nasıl?" Evin kapısının önünde durmuş öylece bekliyorduk.
"Tam şurada gülünce tam şurada koca bir gökyüzü oluşuyor." Gamzelerinden söz ettiğini anlamam için anlamdırdım.
"İnsanlar için küçük görünen bir yer ama benim dünyamın gökyüzü." Hani olur ya böyle çok fazla cümle olmasa da kısacık bir söz bakış insanın kendini aptal gibi hissetmesine neden olan gülümsemeler oluşur yüzünde. Ama o anki mutluluk öyle saf ve temiz bir mutluluk oluyor ki insan aptal gibi hissetmesine rağmen hep yaşamak ister o anı.
İşte tamda o andaydım, gözlerim parlıyor yüzümü aptal bir sırıtış kaplıyordu.
"Gidelim artık." Tek kurtuluş buydu.
"Gidelim." Benim o yüzümde ki aptal gülümseme ne kadar mutluluktansa onun mutlu olmasını sağlayanda gülüşümün aptallığıydı.
Uzunca bir süre sokakların verdiği sessizlikte yürüdük. En sonunda Alaçatı sokağının başına çıktık o kadar sakindi ki bu zamanda gelmek yaptığımız en güzel ve en mantıklı işti.
"Açsın?" Ne kadar bilse de emin olmak amaçlı soruşu beni güldürmüştü.
"Tabi ki!" Alaçatı sokaklarında yürürken çok daha farklı bir yere gelmiştik. Üstümüzde duran rengârenk şemsiyeler sanki sabit değillerdi sanki uçuşuyorlardı dört bir yana o kadar normalken anormali barındırandı. Aras'ın elinde duran telefonunu hızla kaptım ve fotoğraf kısmını açtım. Aras'ın şaşkın bakışları kafamda ki düşünceleri anlamadığının kanıtıydı. Bize doğru yaklaşan bir beyefendiye yaklaşıp bizi fotoğraf çekmesini rica ettim ve geri çevirmedi. Aras ile hiç birlikte fotoğrafımız yoktu belki okul yıllığı için çekilmiş bir kaç fotoğraf. Fotoğraf çekmeyi severdim gördüğüm şeyleri, yerleri, kişileri ama hayatımda ki değeri benim için çok önemli olan ve sevdiğim biri ile çekilmek çok farklı.
"Sen delisin." Anlamış olmalı ki beni yanına alıp belimden sıkıca kavradı.
"Deliysem sana deliyim canım." Hafifçe gülerken ilk bir kaç saniye bakışlarımız buluştu sonra kameraya çevirdik en azından ben öyle yaptım. Kısa süre sonra hemen yan tarafta ki kafede oturmuş menülerin gelmesini bekliyorduk. Sadece bulunduğumuz bu yer değil oturduğumuz kafenin de çok mükemmel bir görüntüsü vardı. Eski zamanları andıran beyaz taşlar ve mavi pencereler her iki pencerenin aralığında bir sürü eski sanatçılar vardı Kemal Sunal, Türkan Şoray ve daha fazlası. Arkadan gelen eski plak sesleri sanki bizi eskiye götüren ama şimdiyi unutturmayan bir yerdi farklıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIĞIMDAKİ SEN
Romance"Benim içim fazlasıyla karanlıktı,geçmişimden kalan siyahlar vardı. Ama onun geçmişin acılarına rağmen kalan beyazları vardı. Onun içi fazlasıyla aydınlıktı karanlığımdaki aydınlıktı. Peki ya onun ışığı benim karanlığımı aydınlatmaya yeter miydi?" ...