İkinci ve tahminen sonuncu (bi daha paylaştı) aşk dolu bir şarkı paylaşımım, ehehehe.
Gözlerimi zar zor açtım. Ne oluyor kardeşim? Ne bu tantana?
Sinirle, ısrarla çalmaya devam eden telefonu alıp kimin aradığına bakmadan telefonu açtım ve kulağıma götürdüm.
''Ne var?'' Karşıdan gülme sesi duydum. ''Günaydın. Aşağı in.'' Kaşlarım iyice çatılırken beynim yeni uyandığım için çalışmamakta ısrar ediyordu.
''Ne?'' Yeniden güldü. ''Aşağı in. Seni bekliyorum.''
''Bu saatte benimle taştaş mı geçiyorsun sen?'' Perdeyi ayağımla aralayınca güneşin doğmadığını fark ettim. ''Kızım insene. Ağaç oldum.''
Allah'ım ben ne günah işledim de pazar günü sabahın köründe uyandırılıyorum?
''İniyorum.'' dedim ters bir şekilde. ''Üzerine montunu al. Hava soğuk.'' Bir şey demeden telefonu kapattım.
Şimdi ultra ninja yeteneklerimi kullanarak evdekileri uyandırmadan evden çıkmam gerekti.
Gerçi yan odadan gelen horlama sesine bakacak olursak onları uyandıracak bir gücün olduğunu sanmıyordum.
Telefonu cebime attıktan sonra tuvalete gidip yüzümü yıkadım. Çocuğun karşısına çapaklı çapaklı çıkmayalım şimdi. Dağılmış saçlarımı da topuz yaptıktan sonra montumu ve evin anahtarlarını alıp evden olabildiğince sessiz bir şekilde çıktım.
Resmen evden kaçıyorum he. Karanlıkta ayakkabılarımı seçmeye çalıştım. Uzun bir uğraş sonucu bulup ayağıma geçirdim. Montumu da hızlıca giyiverdim.
Ulan Mete umarım bu saatte bu kadar riske ve rezilliğe girmeme değecek bir nedenin olur. Tamam, sanırım senden hoşlanıyoruz falan ama uyku konusunda babamı tanımam ben. Gerçi kendisi bana tanıtır orası ayrı bir konu ama.
İçimden dua okuyarak karanlık koridordan merdivenleri inmeye başladım.
Bir yanlış adıma bakar ölmem.
Allah'a şükür sessizce ve kazasız belasız merdivenleri indim. Binadan çıkınca bahçe kapısının önünde bekleyen salak beyinliyi gördüm.
E haliyle ister istemez sırıttım.
Hızlı adımlarla yanına gittim. Olabildiğince yüzümdeki sırıtmayı da sildim ama beni görünce yüzünde oluşan ifadeyi gördükten sonra bu mümkün olmadı haliyle.
Ulan şu düştüğüm durumlara bak be!
''Günaydın.'' dedi sanki az önce telefonda söylememiş gibi. ''Gün aydı mı ki? Şu hale bak! Kargalar bokunu yememiştir. Haliyle ben de bir şeyler yemedim. Açım, uykusuzum ve dengesizim.''
Bir şey demeden gülümseyerek elimi tuttu ve beni peşinden sürüklemeye başlayınca kalbim de olması gerektiğinden hızlı atmaya başladı. Hâlâ bu hisse alışmış değildim.
''Nereye gidiyoruz?'' Nefes nefese kaldığımı fark etmiş olacak ki adımlarını küçülttü. ''Gidince görürsün.'' Çok açıklayıcı oldu. Allah razı olsun.
Birlikte birkaç sokak ilerleyince isyan etme gereği hissettim.
''Mete dursana biraz!'' Bunun üzerine durup bana döndü. ''Çok mu yoruldun?'' Yok canım, ne yorulması. Alışığım her gün uykudan uyanır uyanmaz koşarcasına yürümeye.
''Biraz!'' dedim. Ne birazı! Ruhum bedenimden ayrılmak için olağanüstü çaba gösteriyordu şu an. ''Sırtıma alabilirim istiyorsan?'' dedi. Güldüm.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
MONOTON MU DEDİN
Humor''Hayatımın Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne girdiğim bölümüne geçebilir miyim artık?'' diye bağırdım. Aynı zamanda kafama sert bir şeyin çarpmasıyla yere düştüm. Allah'ım ben ölümü kastetmemiştim niye böyle oldu şimdi? Soğuk zeminde...