50. Bölüm

5.3K 517 153
                                    

Merhabalar.
Hepinize keyifli okumalar diliyorum.

Göknil Rona

Doktor kontrolüne kadar olan bir ayı Güney'in kontrolünde sabahları pekmez içerek geçirmem tamamen cinnet geçirmeme sebepti. Küçükken kansızlığım var diye annemin uyguladığı yöntemi, hamileyken Güney uyguluyordu. Belki başka şekillerde uygulasaydı, mesela kedi kahvesini içirttiği gibi sesim çıkmayabilirdi ama dümdüz bir tavırla 'Hadi iç sevgilim,' diyerek başımda belirmesi tüm saç diplerimin bile dikleşmesene sebep oluyordu.

Birinci trimesterı ben ve minik fasulyem sorunsuz atlattığımızda, Ahmet Bey tarafından artık çok daha rahat bir dönem geçireceğimiz söylendi. Aslında geçirdiğimiz dönemde de ben o kadar rahattım ki üç karış yatıp, beş yüz gram alarak kalktığım bir gerçekti. Mide bulantısı sıkıntım hiç olmadığı için ve Güney normal zamanda dahi yemek yedirmeyi seven bir insan olduğu için benim açılan iştahım en çok onun işine geldi.

Eda'nın ise hem ben hem de Yelda hamileyken evlenecek olması, tam da hayattaki şansını özetliyordu. Bir gün gelinlik denemesi için buluştuğumuzda, benim gebeliğim on altıncı haftayı bulmuştu. Yelda ise benden tam tamına dört hafta öndeydi ve evet, kızı olacaktı. Ve yine evet, oğlun olursa kızımı istersin gibi saçma bir muhabbete maruz kalmıştım. Oysaki ben Kavasoğlu'larından selamı dahi hatır için alan bir insandım.

Eda, bahtsız bedeviliğine söverek "Bekarlığa vedamı da bozdunuz enikleyerek," dedi, huysuz bir tonda. "Yapsam da anca gelip süt içersiniz siz!" Yanında bulunmamızdan, daha mühim nasıl olabilirdi ki ne içecek olmamız?

'İyide Göknil, sen o bar taburesinde uyuya kalırsın be!'

Şükür ki, benim sorunum sadece uyuya kalmaktı. Mesela Eda süt dedikten sonra Yelda lavaboya nasıl koşacağını bilememişti ve diğer üç çift meraklı gözün, üçü de beklentiyle bana dönmüştü. Başımı hayır dercesine sallandırırken "Midem bulamıyor benim," dedim tutuk bir tonda. Ardından bakışlarımı Eda'da sabitledim ve söylendiğinde aklıma düşen soruyu, uysal bir ifadeyle sordum. "Yanında olmamız yetmiyor mu kuzu? Bizim yerimize Samira ve Meyra sünger bob gibi çeker işte..."

Eda cevap veremeden Yelda beti benzi atmış bir halde aramıza geri döndü ve kusma eylemi yerine sadece ağlama ve uyuma özelliğimin yüklenmesine şükür ettim. Yelda iyice belirginleşen karnını sol eliyle tutarken, "Ay! Yemin ederim bezdim," diyerek, gerçekten bezgin bir tavırla kendisini yanımdaki boşluğa attı. "Siz, birde beni Ümit eve geldiğinde görün..." Yüzüne saf saf baktığımız için nedenini açıklamaya girişti. "Adamı eve sokamıyorum ya! Böyle bir mide bulantısı olamaz," dedikten sonra aklına gelen her neyse yüzünü buruşturdu. "Sokak kokuyor üstü başı resmen! Ümit'in eve geliş saatine yakın maske takıyorum ama bana mısın demiyor! Birbirimize hasret kaldık deyim yerindeyse!" Serzenişleri bittiğinde neredeyse ağlayacak gibiydi. Benim aksime kilo almak yerine kilo vermiş ve yüzü oldukça çökmüş haldeydi.

Oturduğum koltukta sol ayağımı altıma alırken, "En azından bir kocan olduğunu hatırlıyorsun," dedim hoşnutsuzca. Az önce Yelda'ya attığımız saf bakışların aynısı bana dönünce bu seferde ben açıklamak zorunda kaldım. "Hayvan gibi uyuyorum," diyerek esefle ellerimi iki yana açtım. "İlk üç ay doktor radarına, son bir aydır da Güney radarına yakalandık!" Yüzümü buruşturdum ve  Güney'in sesini taklit ederek "Bebeği rahatsız etmeye hakkımız yok Göknil!" dedim. Sanki aylardır, kocamı şikayet edebilmek için toplamamızı bekliyormuş gibi fırsat bu fırsat diyerek devam ettim. "Adam kocalığı bıraktı ve mideden sorumlu bakana geçiş yaptı. Takıntılı ya!" derken, sinirle yükseldim. "Bir çocuk daha yapan Göknil'i, İstanbul sokaklarında çıplak kovalasınlar! Bezdim!" diyerek, üstümdeki kazağın yakasını silktim. "Yeminle asıl ben bezdim."

TUTULMA | TAMAMLANDIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin