•••
BÖLÜM ON YEDİ: CAN YAKAN YAKINLIKGecenin güzelliğini çalan güneş, doğmaya başlamıştı. Gecenin sahte güzelliği kaybolacak, yerine güneşin güzelliği gelecekti. Bu döngü en baştan beri böyleydi. Kimler, gelip geçmişti buralardan? Çoğunun cevabını asla veremezdik. Ama bunun ne önemi vardı ki? Hatırlanmanın yani. Niçin bir insan öldükten sonra hatırlanmak isterdi? Belki belli bir süre zarfı boyunca hatırlanabilirdin ancak, bir gün seni hatırlayacak tek bir insan evladı kalmayacaktı. Onca yaşamış insanın içinden kendinin hatırlanacağını düşünmek bencillik, ya da düpedüz aptallıktır. Yeryüzünde tek bir insan evladı bile kalmayınca hatırlanmanın ne önemi vardı ki? Einstein, Tesla, Mozart, Shakespeare ya da Michael Jackson, hepsi bir gün insanoğluyla birlikte ölecekti. Onları yaşatan ne eserleri, nede adları kalacaktı. Peki ya biz? Dünya üzerine gelmiş ve bir daha hatırlanmayanlar bizler ne olacağız? Şu çatıya çıksam ve kendimi aşağı bıraksam. Hayatlarını sürdüren insanların kaçının umurunda olur? Öldükten bir yıl sonra unutulur muyum? Ya da hepimiz bir gün öleceksek niçin yaşıyorduk? Neden basit ve sıradan hayatlarımız için dünyaya gelmiştik? Belki de asla cevaplamaya vakit bulamayacaktık. Biz cevabı bulamadan, soğuk toprağın içine karışmış olacaktık.
İki gündür kendime eve kapatmıştım. Dışarı hiçbir şekilde çıkmamış, ne markete ne de üniversiteye gitmiştim. Joseph bir kez beni bir yerlere çağırmıştı ancak onu reddetmiştim. Öğlen vakti balkonumda oturmuş bir şişe bira içiyordum. Kulaklıklarımdan gelen melodi bütün kaslarımı gevşetmişti. Chopin'in dokuzuncu noktürnü etrafa yayılırken biramdan küçük bir yudum daha aldım.
Gözlerimi kapatıp yavaşça geriye doğru yaslandım. Dışarıdan gelen araba seslerini duymamaya çalışarak kendimi yavaşça hayallerime teslim ettim. Hayallerim bana en çok zarar veren şeylerden biriydi. Hayallerimden hem nefret ediyor hemde onlardan vazgeçmek istemiyordum. Her an yaptığım tek şey hayal kurmak oluyordu. Sokaktan geçen insanlar hayal kurarken yaptığım mimiklere bakıp benden uzaklaşıyorlardı. Hayal kurarken çok fazla el hareketi ve mimik yaptığım için ilk tanıştığım insanlar tarafından yadırganıyordum ancak zamanla alışıyorlardı.
İnsanların deyimiyle dalıp gidiyordum. Kimine göre saçma, kimine göre ilginç bir hastalık olsa da, ben bunun yanında aynı zamanda korkutucu olduğunu düşünüyordum. Her an kurduğun hayallerin içinde yaşıyordun. Bunların sadece bir hayalden ibaret olduğunu bilmene rağmen yıllardır o hayallerle yaşadığın için onlardan kopmaktan korkuyordun. Bir an için bile olsa, her ne kadar o hayal dünyası seni mutlu etsede hayallerinin içinde kapana kısılma düşüncesi seni ister istemez tedirgin ediyordu. O hayallerin içinde yaşamak istemezdim. Hoş, hayallerimi zaten soyut olarak yaşıyordum. Sadece somut olarak gerçekleştiremiyordum.
Hayallerden kopmaktan korkuyordun çünkü seni oraya bağlayan tonlarca şey vardı. Yıllardır hayallerimde baş rol olan Cameron bile beni oraya bağlayan bir etkendi. Şu an onunla gerçekten yüz yüze konuşabiliyordum ancak hayallerimdede yer edinmeye devam etsin istiyordum. Onu zaten yıllar öncesinde zihnime hapsetmiştim. Şimdi ise gerçekten ona bakabilmek, sesini duyabilmek, ona dokunmak... tarif edilemezdi. Onun varlığı bile kalbimde çok büyük bir etki yaratırken her gözlerine baktığımda ufak çaplı bir kalp krizi geçiriyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Uyumsuz Hayaller | Cameron Monaghan
Fanfiction(Bir Cameron Monaghan Fanfiction'ı) Ölü ruhların dans ettiği bir sonbahar akşamında, ekilen çiçekler solmuş. Solan çiçekler özlemiş en çok, bir ceset çiçeğiyle değiştirmiş yerini. Göz yaşlarının arasında bir feryat kopmuş, bir insan katletmiş kendin...