BÖlÜM YİRMİ SEKİZ: AZRAİL'İN KIRMIZI GÜLLERİ
Yanlış bir sabah vakti, yanlış bir hayat ölüyor, yanlış bir hayat doğuyordu. Farklı yanlışlar, farklı doğrular. Ama neticesinde her nefes yanlıştı. Hepsi bir gün kesilmek içindi. Gökten indiğin yerde, tavana asılan ipin karşısında yanlışları kesmek senin elinde. Nasırlı zihinlerin ucuna bağlanan eski bir halatın içinde istediğin tek şey bir nefes. Soluduğun nefesin en ucunda saklı belki de yaşama dair umudun. Peki, nerede? Kaybettiğini bulduktan sonra annesinden azar işitmeyi bekleyen küçük bir çocuğun korkaklığını taşıyorsun üzerinde. Annesinden azar işitmekten korkuyorsun, bu yüzden en sığ sulardaki umudu bile aramaya gram yeltenmeyeceksin.
Bulmaktan ve bulunmaktan korkan küçük bir çocuk gibi, karşıma çıkan umudu bir hiçe sayarak koşmak istiyordum. Koşamıyordum, sadece daha fazla çekiliyordum. İçten içe ölüyordum aslında. Tabii hala ufak bir parçam yaşıyorsa. Karşı taraftan gelen sessizlik soluklarımı kesilecek seviyeye getirirken, karşı tarafta hızlanan soluklarını duyabiliyordum. Ne kadar zaman geçmişti, bilemiyorum. Ancak bildiğim bir şey varsa zamanın şu an için durduğuydu. Sadece nefes sesleri. Hepsi tek bir hamleyle kesilmeye hazır...
Cameron'ın kısık sesini duyduğumda dikkatimi toparlayıp kulağımı ona verdim. "Benimle gelir misin?" diye sordu. "Evet." diyecektim hiç düşünmeden. Karşımdaki kişi o olunca neden diye sorma zahmeti bile göstermeyecektim. Çünkü istediğim tek şey onun yanında olmaktı ve her zerrem bunu reddetmek istese de, gerçekten neyi istediğimden emin olamıyordum. Kuruyan boğazımı toparlamak için yutkundum ve boğuk çıkan sesimle "Evet." dedim. Kısa bir süre sonra telefon kapandı. Hala kulağımda olan telefonumu yavaşça masaya bıraktım ve boş bakışlarla duvarın beyazını seyrettim.
Gözlerimi duvardan alıp hazırlanmak için odama girdim. İnce bir gömlek giydim üstüme. Havalar yavaşta olsa ısınmaya başlamıştı. Bahar ayının verdiği huzur beni boğarken, şu an hayatta olmamın tek sebebinin içinde bahar ayı saklıydı. En çok ilkbahar yakışırdı ona. Yeni doğumların habercesi ilkbahar kadar huzurlu, güneş kadar sıcak ama aldatıcıydı. Aynada kendime bakarken çalınan kapımla muhtemelen beni aradığında evime yakın bir yerlerde olduğunu anladım. Salondan geçip kapıyı açtığımda onu gördüm. Yüzü gergindi, yeşil gözleri tam olarak gözlerimin içindeydi. Hüzünle dolu bir ayrılık şarkısı kadar yakındı bakışları kalplere. Ama aynı zamanda saf acı.
Tam kalbimin üzerinde acı yavaş ama derin bir şekilde kol gezerken elini yavaşça koluma dokundurdu. Yapma, nefes alamıyorum. "Hazır mısın?" diye sordu. Başımı onaylar şekilde salladıktan sonra ayakkabılarımı giyip kapıyı kilitledim. Merdivenlerden ağır adımlarla ilerlerken ikimizde tek kelime etmiyorduk. Konuşacak çok fazla şey vardı halbuki. Haykıracak, düğümlenecek ve kesilecek. Ruhun içine saklanmış çığlıklar her yandaydı. Duyulmuyordu, duyulsaydı kopacak fırtına herkes için bir felaket olacaktı. Bu yüzden ikimizde sustuk. Ruhlarımız konuşsun, ölü ruhlarımız.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Uyumsuz Hayaller | Cameron Monaghan
Fanfic(Bir Cameron Monaghan Fanfiction'ı) Ölü ruhların dans ettiği bir sonbahar akşamında, ekilen çiçekler solmuş. Solan çiçekler özlemiş en çok, bir ceset çiçeğiyle değiştirmiş yerini. Göz yaşlarının arasında bir feryat kopmuş, bir insan katletmiş kendin...