•••
BÖLÜM ON SEKİZ: GECENİN AĞIDIGözlerimin içinde bir karanlık var. Neden benim gözlerim karanlık? Neden geçmişin esiri olan zihnimi o zindandan kurtaramıyordum? Denemeyi istedin mi hiç... Elimde bir kalem var. Eski bir kurşun kalem. Senin adını bu kalemle kazıdım satırlara. Senin adını bu kalemle kazıdım kalbime. Kazınmaktan oyulmuş etimden sızan kanlar bütün vücudumu sararken kan piyanonun beyaz tuşlarına damlıyor. Beyaz tuşlar kırmızıya boyanırken gözümün önüne yüzünü getiriyorum. En çokta kalbim kanıyor güzel gözlü adam. Ah, güzel gözlü adam. Dilim varmıyor bazen adını söylemeye. Güzel gözlü adam diyorum ben sana. Benim gözlerim seninki kadar güzel değil ama. Senin gözlerin doğanın, yaşamın yeşiliyken benim gözlerim ölümün soğuk toprağı. Ve güzel gözlü adam, sen böylesine güzelken ben nasıl rahatça ölebilirim?
Bir hafta geçmişti o gecenin üzerinden. Üniversitede kendini asmış kızın tablosunun önünde tabloyu seyrediyordum her zamanki gibi. Bu tabloyu gördüğümden beri yaptığım yegane şey bu tablonun hikayesini öğrenmekti. Deli gibi merak ettiğim hikayeden çokta korkuyordum aslında. Tablonun altında isim yazmadığından kimse kim tarafından niçin çizildiğini bilmiyordu. Sorduğum öğretmenlerden biri on yıl önce tablonun isimsiz biri tarafından üniversiteye yollandığını söylemişti. Tablonun çizerinin burada okuyup okumadığını, yaşayıp yaşamadığını ya da kız mı erkek mi olduğunu bilmiyordum.
Sanki evrenin bütün sırları bu tabloda saklıymışçasına inceledim içinde ölüm taşıyan gözlerimle. Joseph ile karşılaşmamak için son bir kez daha tabloya bakıp üniversiteden dışarı çıktım. Psikoloji benim için uygun bir meslek dalı değildi. En azından beş yıl önceye kadar. Bu dalı seçtiğim için pişman olmuştum bir kaç kez. Eskiden sadece kendime değil, herkese yardım etmeye hevesliydim. Ancak şimdi kendimi düzeltmeye mecalim yokken insanlara nasıl yardım edecektim ki? Beni boğan sorulardan bir tanesiydi bu da. Diğer binlerce soru gibi...
Düşüncelerim ve hayallerim zihnimin bir köşesini ele geçirir ve bazen o kadar sık olurdu ki bu, sanki aynı kötü sesi devamlı duymak gibiydi. Ellerimi başımın arasına aldım ve kafamı geriye doğru indirdim. Mezun olduktan sonra iş başvurusunda bulunmayı düşünmüyordum. Şimdilik sadece zevkine okuyordum bu bölümü. Başka ne iş yapacaksın? diye düşünmüyorda değildim. Çıkmaz sorular düğümlere benzerdi. Bir düğümü çözebilirdin ama çözmek için çok uğraşmazdın. Cevabını kendine vermeye hazır değildin belkide. Sen neye hazırsın ki Alaska?
Motoruma binip apartman daireme geldiğimde anahtarla kapıyı açıp içeri geçtim. Koltuğa oturup başımı geriye yasladım. Hissizlik. En kötüsüde buydu işte. Halime acır gibi boğuk bir kahkaha bahşettim tek dostum olan piyanom ve sahipsiz gitarıma. Üstünde tozlar birikmiş gitarıma baktım uzunca bir süre. Artık ağlamak bile içimden gelmiyordu. Unutmak istemiyordum. Aciz ve güçsüz biriydim ama Tanrı aşkına? Hangimiz öyle değiliz ki. Hiçbir zaman pes ettiğimi ve güçsüz olduğumu saklamadım. Hepimiz hissizleşmiştik, hepimiz berbat haldeydik ama herkes bunu saklıyordu. Ben kabullenmiştim. Hayallerde yaşıyordum, kaçıyordum, acizdim. Ama onların aksine bundan haberdardım. Herkes kendine öyle bir maske takmıştı ki kimsenin birbirinden haberi yoktu. Hatta kendinden bile.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Uyumsuz Hayaller | Cameron Monaghan
Hayran Kurgu(Bir Cameron Monaghan Fanfiction'ı) Ölü ruhların dans ettiği bir sonbahar akşamında, ekilen çiçekler solmuş. Solan çiçekler özlemiş en çok, bir ceset çiçeğiyle değiştirmiş yerini. Göz yaşlarının arasında bir feryat kopmuş, bir insan katletmiş kendin...