•••
BÖLÜM BEŞ: YILDIZLI GECEKaranlık odayı aydınlatan tek şey mum ışığıydı. Yalnız bir mum. Diğerleri gibi o da sönecekti, bir daha yanmayacaktı. Mum ışığını iki şeye benzetirdim hep. Yaşam ve ölümü gösteren bir simgeyi, ya da aşkı anımsatır mum ışıkları bana. Birden fazla kişiyi sevebilirdiniz ancak sadece bir kişiye aşık olurdunuz. Bir kere olursunuz, bin defa ölürsünüz. Çoğu aşk aynı bu mum ışığı gibi sönüyordu birer birer. Kimisi ise sahte mum ışıklarını kullanıyordu. Pilli olanlardan. Onca yaşanmış yıl, onca yaşanmış anılar, hepsi aslında sahteydi. Sadece kendilerini kandırıyorlardı. Artık herkes pilli mumları kullanıyordu. Sönmeyen, söndükçe pili yenilenen. Gerçek aşklar sönüyordu tek tek. Çünkü herkeste pilli mumlar vardı. Gerçek aşıklar tek kalıyordu. Sönüyorlardı tek başına...
Üniversitenin çıkışında üstümde beyaz göleğim ve elimdeki beyaz gülüm ile Van Gogh'un 'Yıldızlı Gece' tablosunu izliyordum. En ünlü tablosuydu bu Van Gogh'un. Sokaktan geçen sıradan birine bu tabloyu bilip bilmediğini sorsan herkes bildiğini söylerdi. Sanatçı yaptığı eserlerle tanınırdı. Arkamda Joseph'in sesi yankılandı her zamanki gibi.
Bu bir ritüel haline gelmişti artık. "Yıldızlı Gece ha? Klişe, ama hala çok güzel." "Evet, öyle."
"Van Gogh sever misin Joseph?"
"Evet. Kim sevmez ki?"
"Bir şeyler içmek ister misin?" diye sordum. Geçen biraz kaba davranmış olabilirdim. Birileriyle verimli bir konuşma yapmayalı uzun zaman olmuştu. Belki Joseph ile konuşabilirdim. "Tabii, çok isterim."
Üniversitenin yakınlarındaki bir kafeye gelmiştik. İkimizde birer limonata sipariş etmiştik. Etrafımızda çeşit çeşit kahve içen insanları gösterip konuşmaya başladım. "Her tarafımızı kahve yaptılar. Bin bir çeşit kahve var artık."
"Moca güzel oluyor aslında."
"Belki öyledir. Daha önce hiç içmedim. Zararlı şeyler hep güzel olmuştur zaten. Ancak yinede çok sağlıksız. Her gün bir bardak kahve içeceklerine bir bardak çikolata içseler daha sağlıklı. Hem daha lezzetli hemde kahveyle aynı görevi görüyor, dinç tutar."
"Haklısın, ancak umarım buraya kahve içen insanları eleştirmeye gelmemişsindir." Utançla başımı eğip limonatadan bir yudum aldım. "Bence sen Yıldızlı Gece'den çok Kafe Terasta Geceyi daha çok seviyorsun."
"Bilmem, aslında ikisinide eşit severim aslında. Arles'te Kırmızı Bağ en sevdiğim aslında."
"İlginç. Çoğu insan Yıldız'lı Gece'yi çok daha altında kaldığını düşünür. Peki sen ne düşünüyorsun?"
"Yıldızlı Gece evet çok güzel bir tablo ancak, biraz fazla depresif. Arles'te Kırmızı Bağ bana her açıdan daha samimi gelmiştir. İnsanlar bazen bir sanat eserinde hüzün değil, huzur arar. Yıldızlı Gece Saint-Rémy-de-Provence köyünün gün doğmadan öceki hemen hali. Van Gogh oradaki akıl hastanesinde yatmıştı, Gaugin ile kavgasından sonra orada sol kulağını kesmişti. O köy bana sadece Van Gogh'un oradaki kötü anılarını yansıtıyor."
"Sence gerçekten kulağını kesti mi?" diye sordu. "Bilmiyorum. Belkide yapmamıştır. Ancak Van Gogh kesinlikle çılgın bir adamdı. En yetenikli insanlarda akıl sorunları olur genelde. Bence normal insanlardan daha farklı oldukları için kendilerini soyutlarlar yaşamdan. Bir adam hem Arles'te Kırmızı Bağ tablosunu çizmiş, hemde kendini kalbinden vurarak öldürmüş olabilir."
"İşte şimdi tam bir psikolog gibi konuştun Alaska. Artık cidden psikolojiyi niçin okuduğunu biliyorum. Sen bir eserin insan psikolojisindeki etkilere meraklısın aslında. Aslında sen eserlerin psikolojisini merak ediyorsun kıvırcık."
Yüzümdeki küçük gülümsemeyle ona baktım. Joseph belkide o kadar kötü olmayabilirdi. Biraz daha sohbet ettikten sonra hesabı ödeyip kafeden çıktık. Mavi elektirikli bisikletime binip evime doğru yol aldım.
•••
Elimdeki beyaz gülü vazomun içine yerleştirdim ve çantamı bir kenara atıp kulaklıklarımı taktım. Geçen iki saatin ardından hayallerimi yarıda kesen şey kapının çalınmasıydı. Kulaklıklarımı çıkarıp kapıyı açtım. Clara her zamanki gereksiz neşesiyle karşımda duruyordu. "Dolabından bir şeyler aşıra bilir miyim?" diye sordu ve içeri girdi.
"Cadılar bayramında kostümüm senin sayende çok basit kaldı. Tanrım! Ashley Harley Queen olmuştu. Kesinlikle Harley Queen ve Joker olmalıydık. O turuncu saçlı Cameron bile örümcek adam olmuştu!"
Clara bir yandan dolabı karıştırıyor bir yandanda kendi kendine sitem ediyordu. "Ne arıyorsun?" diye sordum. Eline geçen beyaz elbiseyle gülümsedi ve "Bunu arıyordum." dedi. "Buzdolabında pembe şarap olma ihtimali var mı?"
"Yarım mı tam mı?" diye sordum. "Tam olursa daha iyi." Buzdolabını açıp bir şişe Leona Blush pembe şarap çıkardım ve masaya koydum. "Bir şişe pembe şarap ve beyaz elbiseyle ne yapacaksın ki? Bunlar senin için biraz fazla romantik değil mi?"
"Imm, sonra anlatırım. En kısa zamanda topluca bir yerlere gideceğiz bu arada. Sende gelirsin belki bizimle. Aslında bugün bir mekana gidecektik topluca ama Martin ve Cameron'ın programları uymuyordu."
"Johnny Deep falan gelecek mi?" diye sordum alaylı bir tavırla. Bir iç çekti ve "Keşke." dedi. "Belki gelirim, emin değilim."
"Pekala. Benim çıkmam lazım."
Clara gittikten sonra terk edilmiş gitarıma kısa bir bakış attım ve çatı katına çıktım. Hava iyice kararmıştı. Los Angeles'ın ışıklarından yıldızlar pek görünmüyordu. Sahte mumlardı şehir ışıkları. Yıldızlar ise gerçek mumdu. Dolunay ışığı yüzüme vururken gözlerimden bir aylema geçmişti. Onun şu an tam yanımda durup elimi tutmasını istedim. Bana gülümsemesini, sadece gözlerimin içine bakmasını. Bana mum ışığı ile aydınlanmış yüzüyle bakmasını istedim. O gece onu düşünmek kendimi alamadım.
BÖLÜM SONU
Beni benden alıyorsun adam. Ne kadar yazsamda yetmeyecek sana. Herneyse, bölüm kısaydı bunun içine üzgünüm. Ayrıca bu bölümler biraz geçiş bölümü eğer sıkıldıysanız üzgünüm. Cameron içinde olacağı bol bol bölüm gelecek ileride.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Uyumsuz Hayaller | Cameron Monaghan
Fanfic(Bir Cameron Monaghan Fanfiction'ı) Ölü ruhların dans ettiği bir sonbahar akşamında, ekilen çiçekler solmuş. Solan çiçekler özlemiş en çok, bir ceset çiçeğiyle değiştirmiş yerini. Göz yaşlarının arasında bir feryat kopmuş, bir insan katletmiş kendin...