SÜRGÜN VE KURTULUŞ

3 0 0
                                    

Maneviyat ve gelişim yasası arasındaki ahenk veya alın yazısı.

"Halklar arasında dinlenmeyeceksiniz."

"Ve aklınıza gelen şey kesinlikle ülkelerin milletleri gibi, aileleri gibi olacağız demediğiniz şeyler olacak."

Yaradan bize sürgünde var olamayacağımızı ve milletlere karışıp huzur bulan ve onların arasında kendilerinden bir iz bile kalmadan, özümsenen milletlerin geri kalanı gibi huzur bulmayacağını apaçık gösterecek. Bizler böyle değiliz. Bu halk "Ve oradan Kralınız, Yaradan'ınızı bulacaksınız, zira O'nu tüm kalbinizle ve tüm ruhunuzla talep edeceksiniz" sözlerini gerçekleştirmeden kitleler arasında huzur bulmayacak.

Bunu, İlahi Takdiri ve bizimle ilgili olarak "Manevi çalışma gerçektir ve onun tüm sözleri gerçektir ve onun doğruluğundan şüphe ettiğimiz sürece vay halimize" sözlerini çalışarak inceleyebiliriz. Bize olan tüm sıkıntılarla ilgili olarak bunun tesadüf veya alın yazısı olduğunu söylüyoruz. Bunun bir tek çaresi vardır; sorunları öyle bir dereceye kadar üstümüze getirmek ki bunların bizim için, manevi çalışmada planlanan tesadüfî değil, değişmez İlahi Takdir olduğunu görelim.

Bu konuyu gelişim yasasının kendisi ile açıklayacağız: Manevi çalışma vasıtasıyla edindiğimiz değişmez Rehberliğin doğası, İlahi Takdirdeki manevi  çalışmanın yolunda olduğu gibi, diğer milletlerin bize geldiğinden çok daha hızlı bir gelişimdir. Ulusun üyeleri bu şekilde geliştiğinden her zaman ileriye gitme ve manevi çalışmanın arılığı ile son derece titiz olma zorunluluğu vardı. Ancak bunu yapmadıkları ve kendi dar egoistliklerini yani O'nun için değil için koşulunu, dâhil etmek istedikleri için bu, ilk manevi yıkımını harekete geçirdi, zira diğer halklar gibi zenginlik ve gücü hakkaniyetin üstüne çıkarmak istediler.

Ancak, manevi ıslah bunu yasakladığından, hocalarımızın yazdıklarını ve kehanetleri inkâr ettiler ve komşularının davranışlarını benimsediler, böylece hayattan egoizmlerinin onlardan talep ettiği kadar zevk alabilirlerdi. Ve bunu yaptıklarından dolayı ulusun gücü dağıldı: Bazıları kralları ve egoist makam sahiplerini izledi ve bazıları da peygamberleri. Ve ayrılık yıkıma kadar sürdü.

İkinci yıkımda durum daha da çarpıcıydı, zira ayrılığın başlangıcı Tsadok ve Bitos tarafından başı çekilen erdemsiz taraftarlarca açıkça sergilenmişti. Onların bilgelerimize karşı ayaklanması öncelikle Lişma zorunluluğundan kaynaklanıyordu. Bilgelerimizin dediği gibi, "Akıllı adamlar, sözlerinize dikkat edin." Bencillikten vazgeçmek istemedikleri için bu yozlaşmış türden toplumları yarattılar ve manevi yoldan farklı olarak bencil arzuların peşinden koşan zenginler ve makam sahiplerinden oluşan "Tsidokim" denilen çok büyük bir cemaat oldular. Ve bunlar Pruşim'e karşı savaştılar ve Roma İmparatorluğu'nun saltanatını getirdiler. Bunlar bilgelerimizin manevi yolda tavsiye ettikleri gibi mecburi barışı yapmadılar, ta ki tapınak yıkılıp maneviyatın görkemi sürgün edilene dek.

Dünyevi Bir Amaç İle Manevi Bir Amaç Arasındaki Fark

Dünyevi bir amaç insancıllıktan kaynaklanır ve kendisini insancıllığın üzerine çıkaramaz. Ancak, Yaradan'dan kaynaklanan manevi bir değer kendini insanlığın üzerine çıkartabilir. Bunun nedeni, manevi idealleri olmayan bir hayatın temelinde insanların eşitliği ve insanı yüceltmenin olmasıdır. Bu durumda kişi diğerlerinin gözünde kendisini daha büyükmüş gibi gösterir ve kişisel övüncü içerisindedir. Ve kişi bazen çağdaşlarının gözünden düşse de yine de başka nesillere güvenir ve bu onun için hâlâ değerli bir şeydir, tıpkı kimsenin bilmediği ve ona değer vermediği halde değerli bir taşın sahibini çabaya getirmesi gibidir.

Bununla beraber, manevi değerler Yaradan'ın gözünde övgüye dayanır. Dolayısıyla, içselliği değer olarak izleyen kişi kendisini insan olmanın üzerine çıkarabilir.

Ve bizim dünyevi arzuların içerisinde olduğumuz sürgünümüzde böyledir. Bir şekilde manevi öğreti yolunu izlediğimiz ve güvende kaldığımız sürece tüm milletler oldukça gelişmiş olduğumuzu bilir ve işbirliği yapmamızı isterler. Onların her biri kendi bencil arzularına göre bizi kötüye kullandılar. Ancak, biz yine de milletler arasında oldukça güçlüydük, zira tüm kötüye kullanmadan sonra bile bizler için yine de iyi bir parça kaldı, ülkenin sivilleri için olandan daha büyük.

Ancak, insanlar bencil girişimlerini gerçekleştirmek arzuları içinde manevi öğretiye karşı ayaklandığından hayatın amacını, yani manevi çalışmayı unuttular. Ve yüce amaç hayatın hazları olan bencil amaçlarla yer değiştirdiğinden, zenginlik edinen herkes şöhret ve güzellikle kendi amacını yükseltti. Ve dindar insanın parasal fazlalığını hayır kurumları, iyilik yapma, papaz okulları inşa etme ve başka ortak ihtiyaçlara dağıttığı yerde egoistler de kendi parasal fazlalıklarını hayatın zevklerine dağıttılar: Yiyecek ve içecek, giyim ve mücevher ve her ulustan tanınmış kişilerle birliktelik sağladılar.

Bu sözlerle, sadece manevi ilmin ve gelişimin doğal yasasının muazzam bir birlik içinde hatta kör inançla bile, el ele gittiğini göstermeyi düşündüm. Bu yüzden, sürgündeki kötü olayların hepsi maneviyatı amacı dışında kullandığımızdandır ki kendi sürgün dönemimizden bununla ilgili söyleyecek çok şey var. Ve eğer gerçekten manevi değerleri tutmuş olsaydık bize hiçbir zarar gelmezdi.

Maneviyat ve Kör İnanç Arasındaki Uyum ve Birlik ve İnsanın Analizinin Gelişimi

Dolayısıyla, bu vesileyle artık halka sorunlarımıza "Yeter!" demeyi teklif ediyorum ve en azından bu serüvenlerin, burada ülkemizde bile, bize tekrar tekrar çektirdikleriyle ilgili insani bir hesaplama yapın. Kendi ilkelerimizi oluşturmak istiyoruz, zira bir halk olarak toprağa tutunma ümidimiz olmadığından, kendimiz için değil çalışmanın son koşulu O'nun için çalışmaya kadar, hiçbir bencillik kırıntısı olmadan, "Yaradan'ın İfşası"nda da ortaya koyduğum gibi ciddi bir şekilde manevi çalışmaya tutunmalıyız.

Eğer kendimizi buna göre oluşturmazsak, o zaman aramızda sınıflar olur ve hiç şüphesiz diğer milletler gibi hatta daha da fazla sağa sola itiliriz. Bunun nedeni gelişmişin doğasının dizginlenememesidir, çünkü önyargılı birinden gelen herhangi önemli bir nosyon hiçbir şeyin önünde başını eğmeyecek ve anlaşmaya varmayacaktır. Bu nedenle bilgelerimiz, "Kalbi Yaradan'a doğru olanlar insanların en acımasızıdır" demişlerdir, zira aklı daha geniş olan, en dik kafalı olandır.

Bu psikolojik bir yasadır. Ve eğer beni anlamıyorsanız gidip bu dersi ulusun en çağdaşları arasında çalışın: Daha henüz çalışmaya başlamamıza rağmen, zaman çoktan bizim aklımızın şiddetini ve kararlılığını ifşa etti. Ve birinin inşa ettiğini diğeri bozar.

....Bu herkes tarafından bilinir, ancak sözlerimde sadece bir yeni şey var: Onlar sonunda diğer tarafın tehlikeyi anlayacağına ve başını eğip onların görüşünü kabul edeceğine inanıyorlar. Ancak biliyorum ki onları bir sepetin içinde bağlasak bile kişi diğerine azıcık bile teslim olmayacaktır ve hiçbir tehlike kişinin hırsını yerine getirmesini yarıda kesemeyecektir. Tek kelimeyle ifade etmek gerekirse; amacımızı fiziksel hayatın üzerine yükseltmediğimiz sürece, fiziksel dirilişe sahip olmayacağız çünkü içimizdeki maneviyat ve fiziksellik aynı sepette yaşayamaz, zira bizler bu fikrin çocuklarıyız. Ve materyalizmin kırk dokuz kapısına dalmış olsak bile bu fikirden vazgeçmeyeceğiz. Bu yüzden, ihtiyacımız olan şey Yaradan'ın adına olan kutsal amaçtır.

Kabala BilimiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin