Hüzün'den...
Nefes almak, yaşamanın ilk kuralıymış. Küçükken öğrenmiştim. Kendi kendime oturduğum yerde oynarken sürekli ağzımdan ya da burnumdan hava alıp verdiğimi fark edince çok garipsemiştim. Parmaklarımı ağzıma yaklaştırıp verdiğim soluğu hissetmeye çalıştım.
"Neden birden bire bunu yapmaya başladım ki?" dedim şaşkınlıkla kendi kendime. Daha önce bunu sürekli yaptığımı yeni keşfetmiş olmalıyım ki, kendimi sorguluyordum.
Sonra buna bir son vermek için nefesimi tuttum. Ama bir süre sonra çok rahatsız olmuş, dayanamayıp nefesimi serbest bırakmıştım. Bu durum karşısında daha da sinirlenip derin bir nefes alarak tekrar tuttum. Bir süre sonra suratım patlayacak gibi zonklamaya başladı. Tam o sırada yatakhaneye giren Lavinya beni öyle pancara dönmüş suratla görünce çığlık atmıştı.
Ne zaman aklımıza gelse kahkahalara boğulurduk...
Koşup yanıma gelmiş, şişirdiğim yanaklarımı minicik avuçlarına almıştı.
"Ne yapıyorsun? Domates gibi patlayacaksın!" Şaşkınlık ve korkuyla, zaten iri olan gözleri mümkünmüş gibi daha da irileşmişti.
O zaman öğretmişti bana, nefes almak deniyormuş meğer...
Peki, şimdi nefes alabiliyor muydum?
Lavinya ameliyatta hayat mücadelesi veriyorken, buna nefes almak denilebilir miydi?
Gecenin bir vakti uğursuzca çalan telefondan belliydi, gelen haberin hayırsızlığı... Batu kapıya çıkmamı istemişti.
"Gecenin bir yarısı ne yapıyorsun kapımda?" Diye sormuştum uyku sersemiyken. Hiç böylesine uğursuz bir haber alacağımı tahmin etmezdim, edemezdim. Böylesine bir kötülüğü konduramazdım. Öyle emindim ki güvende olduğundan...
Duyunca olduğum yere yığılıvermişim. Gözümü hastane odasında açtığımı hatırlıyorum hayal meyal. Lavinya'yı görmek istemiştim fakat ameliyata alındığını söylediler. Duramadım odada. Batu'dan beni oraya götürmesini istedim.
Ne aklım yerindeydi, ne de olanları idrak edebiliyordum. Böyle bir şey nasıl olabilirdi? Şu kısacık zamanda o kadar musibet nasıl olur da onun başına gelebilirdi, bir türlü aklım almıyordu.
Ağlayamıyordum. Sinirlerim, duygularım, bedenim uyuşmuş vaziyetteydi ve bu uyuşukluk beni çıldırtıyordu. Kolumda açılmış damar yolunu görünce anlamıştım sakinleştirici verildiğini. Söküp atmak istedim ama o kadar halsizdim ki, bunu bile beceremedim.
Asansörden inip köşeyi döndüğümüzde gördüğüm görüntüyle yerime çakıldım. Ayaklarımın altı, avuç içlerim şiddetle karıncalanmaya başladı. Kalp atışlarım hızlandı. O ana kadar ipe bağlı bir kuklaydım fakat karşımda o herifi görünce tüm iplerden kurtulmuş, var gücümle o adamın üzerine koşmaya başladım.
Hissiz ve boş bedenim attığım her adımla öfke ve kin topluyordu. Hakan denen o herifi gebertmeliydim.
"Seni adi şerefsiz!" Çığlıklar içinde yerde oturan adama saldırdım. Yakasından tutuyor, çılgınlar gibi o suratını tokatlıyordum.
"Senin yüzünden! Hepsi senin yüzünden!" Batu arkamdan sarılarak beni Hakan'dan uzaklaştırmaya çalışıyorken, Hakan kılını dahi kıpırdatmıyordu. Hareketsiz, tepkisiz bir halde karşımda duruyor olması öfkemi kabartıyordu.
Bir yandan deli gibi ağlıyor diğer yandan ise Hakan'a hakaretler savuruyordum.
"Karşımda böyle durmandan tiksiniyorum! Defol git buradan, yüzsüz pislik!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜM ÇİÇEĞİ
Lãng mạnKokusu beni kendine çekiyordu. Üzerimdeki saten elbisenin bacaklarımdan yukarı sıyrıldığını hissediyordum. Tüy gibi bir his... Ellerini bacaklarımın altından geçirip hiç zorlanmadan beni kucağına aldı. Elbisenin eteği olabildiğince sıyrılmış, bac...