17.BÖLÜM

148 13 0
                                    

''Duy artık! Seviyorum seni!'' Diye haykırdığında hüzünle ıslanmış gözlerini sildim.

''Hakan, hadi kalk. Üşüteceksin...'' çıplak bedenini toprak zeminden kaldırmaya çalışıyordum.

''Döndün değil mi bana? Döndün değil mi?'' ümitsiz çıkan sözleri kalbimi kırsa da, buruk bir tebessüm ettim.

''Başka çarem var mı ki? Benim senden başka yolum, başka sonum yok ki...'' yanaklarını okşayıp sakinleştirdim biraz da olsa. Gözleri çektiği acıyı yansıtıyordu. Saniyeler sonra öfke doldu kara gözleri. Ah o gözler!

''Sana çok kızgınım!'' diyerek yerden kalkıp tek hamlede kucağına aldı. Hava serindi, üzerimdeki ıslak kıyafetler yüzünden ben de üşümüştüm. Bu gidişle ikimiz de hasta olacaktık...

''Neden?'' diye sordum. İçimden, 'Lütfen, o konuyu şimdi açmasın...' diye dualar ederken, konuşmaya başladı.

''Sana o sözleri söylememe nasıl müsaade edebildin?'' içeriye girdik. Ama gözleri bir an olsun gözlerimden ayrılmadı. Sesimi çıkaramadım. Herkese karşı dimdik durabiliyordum da, karşımda o varken bambaşka biri oluyordum. Zoruma gidiyordu gitmesine de, elimden bir şey gelmiyordu, konu o olunca.

''Bir tokat atsaydın, kendime getirseydin ya! Seni buraya ilk getirdiğim gece yaptığın gibi silahı çekip doğrultsaydın ya! Nasıl sessiz kalabildin? Çekip vursaydın ya, Lavinya!'' daha fazla ağlamak istemiyordum. Ama gözlerim bana ihanet ediyordu her defasında. Ömrüm boyunca bu kadar yaş akmamıştı gözlerimden. Meğer gününü bekliyormuş, bu zamanlara saklıyormuş...

''Sana zarar veremem. Sana nasıl zarar verebilirim ki?'' diye itiraz ederken beni yatağına oturtup üzerimi çıkarmaya başladı.

''Gerektiği yerde vereceksin! Sen benim kadınımsın, Hakan Karaarslan'ın kadını! Gerektiği yerde gözünü bile kırpmadan o silahı alnıma dayayacaksın!'' Dolabından çıkardığı eşofmanları yanıma getirdi.

''Üzerini giyin, ben geliyorum.'' deyip bir kazak giydi ve odadan çıkıp gitti.

Doğrusu ben de kendime hayret ediyordum. Kendimi tanıyordum, bu yaşıma kadar asla kendime karşı tek laf ettirmemiş, edene de fazlasıyla haddini bildirmiştim. Şimdi bana bunları söylediğinde daha da idrak ediyordum. Nasıl oldu da ona sesim çıkmamıştı? Nasıl sessizce ağlamıştım? Bir noktaya kadar ben hatalıydım; ona gecikmeden her şeyi anlatmam gerekirdi. Çünkü bal gibi biliyordum, eğer ben öğrendiysem, onun da öğrenmesi an meselesiydi. Hatta bunu ondan önce öğrenmem bile şaşılası bir şeydi ya, neyse...

Ama her şeye rağmen o sözleri söylemesine izin vermemem gerekirdi. Kendimi kaybedercesine teslim olmuştum ona ve bu hiç iyi bir şey değildi.

''Açsındır diye sana bir şeyler getirdim.'' diyerek elindeki büyük tepsiyi şifonyerin üzerine koyup yatağa doğru yaklaştırdı. Sonra gelip yanıma oturdu. O anda ilaçlarımın yanımda olmadığını hatırlayınca panikledim. İhmal etmemem gerekiyordu! Kara kara ne yapacağımı düşünmeye başladım. Bu halim gözünden kaçmamıştı.

''Ne oldu?'' diye sordu kaşlarını çatarak.

''İlaçlarım! Yanıma almadığımı hatırladım... Ama önemli değil...'' konuşmanın sonuna doğru sesim alçaldı. Ama endişeli bakışlarıyla karşılaşınca, vereceğim cevap hazırdı.

''Ne ilacı? Neyin var? Bilmediğim bir şey mi oldu?''

''Kan ilaçlarım... Kan değerlerim düşmüş, o yüzden ilaç kullanıyorum, önemli bir şey değil.'' diyerek onu rahatlatmaya çalıştım. Her şeyi ona anlatmadan bu gerçeği paylaşamazdım.

ÖLÜM ÇİÇEĞİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin