24.BÖLÜM

28 2 2
                                    

Zeynep Dizdar ~ Vazgeç Gönül

Asansörün kapıları kapanırken göz temasını sürdürdüm. İnatla bakıyordum, meydan okurcasına. Kara kuyularında yıkılmış bir adamın bakışları vardı. Ateşi sönmüş, umudunu yitirmiş bir adamın bakışları. Hayranı olduğum, bakarken içinde kaybolduğum gece karası gözlerinde asılı duran fenerler bir bir alaşağı olurken kapandı kapılar. Kalbim paramparçaydı.

Biz bu hale nasıl gelmiştik? Bizi bu hale nasıl getirmişti? Beni ezip geçmeyi göze alarak çıkmamış mıydı bu yola? O halde neydi bu hali? O gözlerindeki ifade neydi? Bunun böyle olacağı başından belli değil miydi? Düşünememiş miydi?

"Lavinya, sakin ol güzelim." Hüzün'e çevirmeye çalıştım başımı. Ama bedenim kasılıp kalmıştı sanki.  Gözlerim kilitlenmiş, hala asansörün kapılarına bakıyordum. Nefesim düzenini kaybetmişti.

"Lavinya Hanım, iyi misiniz?" Devran Beyin sesi birkaç defa zihnimde yankılandı.

İyi miydim?

İyi olmaktan çok uzaktım...

"Lavinya, korkutma beni..." gözlerimi sıkıca kapattım. Asansör ineceğimiz kata geldiğimizi belli edercesine ses çıkardı ve ben titrek bir nefes aldım. Bilinçsizce yumruk yaptığım ellerimi gevşettim ve derin bir nefes daha aldım.

"Tamam." Dedim sadece. Dudaklarımdan dökülen tek bir kelime yanımdaki iki kişinin de rahat bir nefes almasına yetmişti. Ben tembel adımlarla asansörden çıkarken onlar da arkamdan beni takip ettiler.

"Lavinya Hanım, eğer kendinizi iyi hissetmiyorsanız hastaneden çıkmayalım." Diyen Devran Beye baktım. Bakışlarımda teşekkür vardı, minnet vardı zira dilim uyuşmuş gibiydi ve ben konuşacak gücü kendimde bulamıyordum. Hüzün yavaşça elini koluma sararken hastaneden çıktık.

Otoparka doğru yürürken, arabaya binerken sanki ben bende değildim. Sanki uzuvlarımı bir başkası yönetiyordu. Bedenim sanki bir kukla gibiydi. Havada süzülüyordum. Aynı anda hem uyuşuyor hem zonkluyordu vücudum. Gözlerim yaşları serbest bırakmak için göz pınarlarımı zorluyordu. Çenem titrerken dudaklarımın kenarları aşağı doğru kıvrıldı. Başımı cama çevirip yaşları usulca serbest bıraktım.

Canım öyle yanıyordu ki, bu acıya katlanabilecek güçte miydim? Kalbim can çekişircesine atarken elim istemsizce göğsüme gitti. Tişörtümü avuçlarımın içinde hıncımı alırcasına ve çaresizce, acımı dindirmek istercesine sıktım. Zavallı kalbimin çırpınışlarına acıyordum. Yutkunmaya çalışmak bile bir insana nasıl böylesine bir acı verirdi?

Bunu nasıl yapar, diye sormaktan kendimi alamıyordum ama yapmıştı işte. Kabullenemiyordum. Yaşadığımız onca şey boşa mıydı? Aynı cümleleri tekrarlamak ne kadar aciz hissettiriyordu... Hüzün'ün eli kolumu destek olurcasına sıkarken ona döndürdüm yaşlı gözlerimi. Buruk bir tebessüme ortaklık ediyorduk.

"Bir yerde okumuştum." Dedi, hatırlamaya çalışırken. "Bir kadının yaşadığı tüm duyguları aynı anda bebeği de hissediyormuş..." bakışları karnıma kayarken ben de aynı yere bakmaya başladım. Zaten sıkkın olan canım mümkünmüş gibi daha da sıkılırken, rüyamdaki o küçük kızın gülümsemesi solmuştu zihnimde. Bu beni başka türlü incitmişti, tarif edemiyordum çünkü bu duyguları ilk kez tadıyordum.

Bazen onun varlığını unutuyordum. Sanırım artık kendi acılarımı ikinci plana atmalıydım. O tüm bu yaşananlardan çok daha önemliydi. Sanırım anne olmak böyle bir şeydi, ne garip. Onu kendinden daha çok düşünmek ve öncelik olarak tanımlamak... Hüzün haklıydı, artık bazı şeyleri kabullenip bir kenara bırakma vakti gelmişti belki de. Boğazımdaki yumruyu yuttum, onunla birlikte ihaneti de içinden çıkamayacağımı, atlatamayacağımı düşündüğüm ne varsa o yumruyla birlikte yuttum. Hem biz yeni bir sayfa açmamış mıydık? Derin bir nefes alıp Hüzün'e döndüm ve gülümsedim. O da aynı şekilde karşılık verdi. Temiz sayfalar, yeni umutlar...

ÖLÜM ÇİÇEĞİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin