Hayat öyle bir yoldu ki, ayağına takılan küçücük bir taş bile kaderini değiştirebiliyordu. Öğrendiğim ve tecrübe edindiğim kadarıyla o en ufak taş hayatını tümden değiştirebiliyordu. İyi ya da kötü... Değişim kaçınılmaz oluyordu. Değişimden, kaderden ve ayağıma takılan küçük taşlardan kaçamamıştım.
Göz kapaklarımı titrek bir şekilde açtığımda odayı aydınlatan florasanlar gözlerimi acıtmıştı. Birkaç kez kırpıştırdıktan sonra nihayet acıya alışan gözlerim yaşlarla dolmuş, etrafı kolaçan etmeye başlamıştı bile.
Saniyeler içinde anladım ki, tekrar bir hastane odasında açılıvermişti bu hayatımın acılarına şahitlik eden gözler. Bir sürü güz, bir dizi iz bırakan yaşam, beni yeniden birçok kez yaptığı gibi soğuk, ağır kokulu bir hastane odasında uyandırıvermişti.
Yadırgamıyordum artık. Yavaş yavaş vazgeçmiştim bu döngüyü yadırgamaktan. Şaşırırdım bir zamanlar; her şey mi beni bulur, diye yakınırdım. Ama artık vazgeçmişti benliğim kendine yabancı gelen bu durumlara, olaylara alışamamayı. Alışkanlığıma aykırı görmüyordum artık, yabancı gelmiyordu ve tuhaf bulmuyordum yaşananları. Öyle bir rutin olmuştu ki bir noktadan sonra, acaba sırada ne var, diye düşünmekten kendimi alıkoyamaz olmuştum.
Üzerime örtülen örtüyü yavaşça kenara çekip yattığım yatakta doğruldum. Tek başımaydım. Derin bir nefes aldım. Rahatlamaya çalışmaktı amacım fakat gözlerimin önüne gelen görüntüler yüreğimi sıkıştırıyordu.
Cansız, hissiz ve ruhsuz bir vaziyette gözlerime takılan kahverengi gözler... Ruhunu yitirirken gözlerime takılan o soğuk kahverengi gözler... Titrek bir nefes kaçtı ciğerlerime. Sanki bir kafese hapsolmuştum, tekrar ve tekrar gözlerimin önünde yaşanıyordu o son an. O adamın tek bir solukta can verişi... Son kez kirpiklerinin titreyişi ve gözbebeklerinin saniyeler içinde büyüyüşü... Acaba ne düşünmüştü? Kimi düşünmüştü? Ruhunu yitirirken ölmekten korkmuş muydu? Geride bıraktığı insanları düşünerek üzülmüş müydü? Son nefesini verirken kimi düşünmüştü?
Boğazıma takılan yumruyu yutmaya çalışarak yerimden kalktım. Bir nebze de olsa rahatlamaya ihtiyacım vardı ve eğer yalnızsam ihtiyacım olan tek bir şey vardı. Gökyüzünü seyretmek...
Sarsak adımlarla yaklaştım pencereye. Akşam çökerken güneşin batışıyla gökyüzü hırçın bir kızıllığa bürünmüştü. Bir yanım hafiflerken diğer yandan hüzün yüklüydü içim. Vicdanım sızım sızım sızlıyor, böyle bir yükle nasıl başa çıkacağımı bilmiyordum.
Derken kapı usulca açıldı. İstifimi bozmadan gökyüzünü seyretmeye devam ettim.
"Güzelim, neden kalktın yataktan?" Diye sordu Hakan adımları hızlanıp arkama gelinceye kadar. Güçlü kolları bedenimi sararken gözlerimi yumdum.
"Sığamadım yatağa. Kalkmak istedim sadece." Dedim. Vicdanımı susturmaya çalışıp kollarında huzur aradım.
"Gel, seni yatırıp doktoru çağırayım." İtiraz etmeden beni yatağa yönlendirmesine izin verdim. Yavaşça uzandım yerime. Hakan hafifçe eğilip başıma bir öpücük kondurdu.
"Nasıl hissediyorsun kendini?" Diye sordu endişesini gizlemeye çalışarak.
"İyiyim, merak etme. Sadece..."
"Ne? Ne istiyorsun? Söyle hemen yapayım..." bu hali içimi eritmişti. Yüreğim zaten halihazırda beklemiyor muydu onun için erimeye?
"Doktorla yalnız konuşmak istiyorum. Lütfen..." itiraz kabul etmeyen ses tonumla duraksasa da, usulca başını sallayıp isteksizce kabul etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜM ÇİÇEĞİ
RomanceKokusu beni kendine çekiyordu. Üzerimdeki saten elbisenin bacaklarımdan yukarı sıyrıldığını hissediyordum. Tüy gibi bir his... Ellerini bacaklarımın altından geçirip hiç zorlanmadan beni kucağına aldı. Elbisenin eteği olabildiğince sıyrılmış, bac...