Yalnızdım yine... Yine yalnızlıktan çürümeye yüz tutmuştum işte... En büyük korkuydu hayatın bana yaşattığı bu yalnızlık... Sonbaharda kuruyan yaprak misali, düşüyordum dalımdan...Keşke ölseymişim. O bıçak yarasıyla... O kurşunlarla... Patlayan arabayla birlikte aciz bedenim de infilak etseydi...
Sahi, neydi yaşamak, yaşam uğruna savaşmak?
''Lavinya, ne oldu evde?'' diye soran Koray'a döndüm. Omzumu silkip başımı salladım umutsuzca.
''Nasılsa öğreneceksin...'' deyip, başımı soğuk cama yasladım ve bomboş karanlık sokakları seyre daldım. Şimdi içim de tıpkı bu sokaklar gibi karanlık ve ıssızdı...
Eve geldim sonra... Daha birkaç hafta önce 'güvenilir değil' dediğim evime...
Ne ironi ama!
Hissiz bir şekilde kapıyı çalışım, Hüzün'ün endişeyle bana bir şeyler soruşu, soğuk yatağıma yatışım... Hepsi birer hayal gibiydi... Öyle tükenmiştim ki, ne ağlayabiliyordum ne de bir şey hissedebiliyordum. Göğsümdeki koca boşluk acı veriyordu sadece. Mideme bir yumruk yemiş gibiydim.
Ne zaman uyudum, ne zaman uyandım... Hüzün'ün yemem için doldurduğu tabağı içim almıyordu. Hayal gibi geçti gitti, doldurduğu tabağı olduğu gibi önümden alışı... Ne midem bir şey kabul ediyordu ne de ruhum. Tek ihtiyacım olan, O'ydu... Ama O da yoktu artık... Git gide içime kapanıyordum ve buna hiçbir şey engel olamıyordu.
Uyuşuktum. Zihnim, bedenim, uzuvlarım... Gözlerim bile yaş almıyordu... Olması gereken acının yerinde koca bir boşluk vardı. En çok da çaresizdim. Sanırım beni en çok yakan da buydu. Bir şeyleri düzeltmek için hiçbir çarem yoktu. Yapabildiğim tek şey yatmak ve gün aydığında kalkmaktı. Daha sonra tekrar yatıyor ve tekrar kalkıyordum. Kaç kez doğmuştu güneş, kaç kez batmıştı; hesabını tutamıyordum. Böyle geçiyordu işte günler, umarsızca ve acımasızca. Günler peşi sıra geçip gidiyordu sadece. Anlamsızca...
Yine bir sabah yatağımda yatıyorken, içeride konuşmalar vardı ama zihnim dış dünyaya kapalıydı. Artık beni hiçbir şey ilgilendirmiyordu. Aklım firar etmek üzereydi, en büyük kaçış yolu buydu, kurtuluşum buydu belki de... İçimdeki fırtınayı tek bir kişi dindirebilirdi. O da yoksa madem, o fırtınayla savrulmaktan başka çarem yoktu...
''Lavinya...''
Yatağımda yatarak boş boş bir noktaya dalıp gitmişken biri sesleniyordu. Hayal mi gerçek mi, ayrım yapamadım. Belki de rüya görüyordum yine...
''Lavinya, kendine gel!''
Kendim mi? Ortada ben diye bir şey yoktu ki kendime gelebileyim... Bir otobüsteydim ve son durağı gözlüyordum sadece. Ayağıma vurulan prangalardan bir kaçış yolu. İki seçeneğim vardı, ya delirecektim, ya da tümden yok olacaktım. Böyle böyle çeyizimi hazırlıyordum.
''Geldiği günden beri ne bir lokma yemek yedi, ne de bir damla su içti. Ağzını dahi açmadı. Ölüyorum korkumdan, Batu... Yalvarırım bir şeyler yap!'' Hüzün'ün sesiydi bu... Ne diyordu? Batu mu demişti?
O da gelmiş miydi peki? Burada mıydı? Masum olduğumu anlayıp, elimi tutmaya mı gelmişti?
Halsizce başımı yastıktan kaldırmaya çalıştım. Kırık bir umudu kucaklıyordu şimdi o boşluk... Gözlerim O'nu arıyordu. Bulanık görünen ortamda varlığını bulamıyordum.
''Lavinya? İyi misin canım?'' Batu... Batu'ydu bu seslenen... Yalnız gelmiş olamazdı, değil mi?
Yorgun bedenimi zar zor oturur vaziyete getirirken hala etrafı süzmeye çalışıyordum. Gözümü kırpacak halim bile yoktu. Belki kapıdadır? Çıkmamı bekliyordur belki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜM ÇİÇEĞİ
RomanceKokusu beni kendine çekiyordu. Üzerimdeki saten elbisenin bacaklarımdan yukarı sıyrıldığını hissediyordum. Tüy gibi bir his... Ellerini bacaklarımın altından geçirip hiç zorlanmadan beni kucağına aldı. Elbisenin eteği olabildiğince sıyrılmış, bac...