Entre deux coeurs qui s'aiment, nul besoin de paroles.{Aşık iki kalp, kelimelere ihtiyaç duymaz.}
~Marceline Desbordes-Valmore
🔽
Sarı düz saçlarımı, gümüş işlemelerle yapılmış süslü tarakla tararken aynadaki yansımama bakıyordum. Beyaz tenim hafif kızarmış yüzüme renk gelmişti. Kahverengi gözlerim hiç olmadığı kadar ışıldıyordu.
Giydiğim toz pembe rengindeki elbiseye son kez bakıp odamdan çıktım. Hoesok, beni görünce başıyla selam verdi. Ona gülümseyip koluna girdim. İyileşeli birkaç gün olsa da hala güçsüz ve halsizdim.
"Daha iyi misiniz?" Yemek odasına doğru ilerlerken tanıdık hizmetli kız önümden yemek tepsisiyle geçti. "İyiyim." Aşağıdaki bilinmezlik beni ne kadar huzursuz etse de görmezden gelmeye çalışıyordum.
Yemek odasına geldiğimizde Hoesok kapıyı açıp geçmemi bekledi. Odaya girdiğimde kral her zamanki gibi baş köşede oturuyordu. Üzerindeki siyah kıyafet hep giydiklerinden daha da süslüydü. Bugün özel bir gün müydü?
"Günaydın." Jungkook kafasını kaldırıp beni baştan aşağı süzdü. Bugün bende giyimime dikkat etmiştim ama sadece içimden geldiği içindi. "Bir yere mi gitmeyi planlıyorsun?" Sorduğu soruyla sandalyeye oturdum ve derin bir nefes aldım.
"Hayır ama izin verirsen biraz dışarı çıkmak isterim." Kralın kaşları çatılırken ellerimi masaya koydum. "Daha yeni iyileştin sayılır, Lisa. Havalar hala çok sıcak değil. Bu yüzden izin vermiyorum. İçeride kal."
Gözlerimi devirip ona baktım. "Ama sen hep dışarıda çalışıyorsun. Benim canım sıkılıyor." Kral, kahvesinden bir yudum aldı ve gülümsedi. "İşlerimi bırakıp seninle evcilik oynamamı mı istersin?"
Dediği şeyle utanarak gözlerimle etrafı taradım. İçeride Yoongi, Hoesok ve tanımadığım bir asker daha vardı. "Saçma sapan konuşma. Belki bana da yapacak bir şeyler verebilirsin." Jungkook çatalına bir salatalık batırdı ve salatalığı ağzıma dayadı. İstemeye istemeye ağzımı açtım ve salatalığı yedim.
"Sen düğün hazırlıklarıyla ilgilenebilirsin. Gelinlik, dekor, her ne istersen. Sadece iki hafta kaldı sonuçta." Bu konuyla ilgili konuşmaktan nefret ettiğimi biliyordu ama yine yapıyordu işte.
Ben, ona yaklaşmaya çalıştıkça o, beni itiyordu. O, bana yaklaştıkça ben, onu itiyordum. Bu halimiz ne olacaktı bilmiyordum ama böyle devam edemezdik. Birbirimizi sinir edip üzmek için yarışamazdık.
Gözlerim dolduğunda Jungkook kaşlarını çattı. "Beni üzmeyi bu kadar çok sevdiğini bilmiyordum ama öğrendiğim iyi oldu." Sinirle ayağa kalktığımda öyle gürültülü bir ses duydum ki yerimden sıçradım. Yemekler yere saçılırken tabaklar kırılarak ufalanmıştı.
"Ben sana kalkabilirsin dedim mi? Otur yerine!" Korkuyla Hoesok'a baktım. Ya yine beni öldürmeye çalışırsa? Hoesok, bize doğru bir adım attığında kral "Çıkın dışarı!" diye gürledi.
Yoongi ve tanımadığım asker kralın emrine hemen uyarlarken Hoesok'un ikilemde kaldığını biliyordum. Ona başımla gitmesi için bir hareket yaptım. Bu sorunu kendim çözmeliydim.
Kral, korkuyla kasılmış bedenimi sertçe yönlendirip beni, az önce kalktığım sandalyeye oturttu. "Bir kerede sana dediğim şeyi yapsan ne olur sanki?" Bağırarak sorduğu soru, yerime iyice sinmeme sebep olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hainin Kızı ~liskook~ (tamamlandı)
FanfictionLa fortune sourit aux audacieux. {Şans, cesurlara güler.} (Liskook, Jirose, Namsoo, Jenkai, Taejin, Sope) Altı yaşındayken babasının gözünün önünde idam edildiğini gören küçük kız, on altı yaşındayken babasının idam kararını veren kralın sarayına g...