YİRMİ

710 69 13
                                    

959 Kelime

İyi okumalar...

Danny:

"Danny?"

Yanıma oturan bedenin ağırlığıyla koltuk minderleri biraz oynadığında başımı o tarafa çevirip, bana uzatılan beyaz kupayı fark edince silik bir gülümsemeyle uzanıp elinden aldım.

"Daha iyi misin?"

Başımı aşağı yukarı sallayıp, bana getirdiği sıcak sütten bir yudum aldıktan sonra kupayı dizimin üzerine sabitledim. Yirmi bir yaşına kadar kendi annesi tarafından bile sevilmeyip, bir yetiştirme yurduna bırakıldığını düşünen biri bir anda bu olayların arkasındaki nedenleri öğrenince ne kadar iyi olabilirse ben de o kadar iyiydim işte. İşin doğrusu şu an neredeyse hiç bir şey hissetmiyordum. Edindiği bilgi yığınının ağırlığına ve farklı duyguların işgaline daha fazla dayanamayan beynim karıncalanmış gibiydi. Düşüncelerimde kaybolmuştum.

Anna'nın bir saat önce anlattıklarını özetlemek gerekirse, Derevko ailesindeki dördüncü, ve tek üvey kardeş olan Sydney Derevko'nun oğullarıydık. Bir bilim kadını olan annemiz, Arwin Sloane adında gizli bir örgütün başıyla ortaklık yapan kardeşi Irina tarafından kandırıldığında, biz daha ceninken üzerimizde deneyler yapmayı kabul etmişti. Bu arada benim ve kardeşimin telekinetik yetenekleri de buradan geliyormuş. Sonra biyolojik babamız buna karşı çıktığında Sloane tarafından öldürülmüş. Biz doğduktan üç yıl sonra annemiz bulduğu ilk fırsatta kardeşimle beni Arwin Sloane'dan kaçırıp, bizi bulamasın diye farklı ülkelere yollamış. Sonra da kendisi öldürülmüş zaten.

Tüm bu öğrendiklerim, üzerinde düşündükçe bana daha da olasılık dışı geliyorlardı. Bir yandan gülmek, bir yandan da ağlamak istiyordum.

Yanımdaki adam hafifçe öksürünce karman çorman olan düşüncelerimden sıyrılıp yüzümü ona çevirdim. Hemen yanımda oturmuş, muhtemelen ne tepki vereceğimi bilemediğinden çekingen bir ifadeyle beni süzüyordu. Cüssesi beni her ne kadar tetikliyor olsa da yanından uzaklaşmak gibi bir harekette bulunmamıştım. Bana zarar vermeyeceğini biliyordum. Daha bir kaç dakika önce beni kucağına çekip avuttuğu kareler gözümün önüne geldiğinde ısınan yüzümü ondan saklamak için bardağıma geri döndüm. Hayır. Bana zarar vermeyecekti. Doğrusu şu anda güvenebileceğim tek kişi de oydu zaten. Ona neden bu kadar çabuk güvendiğim bana bile bir sırdı. Sebebi bana iyi davranan tek kişi olduğundan dolayı olabilirdi gerçi. Gözlerindeki bakışın etkisi de büyüktü tabi. Bilmiyordum. Allahın cezası sebepleri düşünecek halim de kalmamıştı zaten. Bu gün kontrolü elden bırakmak istiyordum.

"Her şey için teşekkür ederim Gustav."

Genişçe gülümsedi. Bakışlarından bana acıdığını tahmin edebiliyordum. Fakat bu canımı sıkan bir şey değildi. En azından benden iğrenmiyor veya beni incitmeye çalışmıyordu.

Kupayı tekrar ağzıma götürüp yudumladım. Anna içeride Charlize ile bir şeyler konuşuyordu. Evet, kadının evini hala terk etmemiştik. Bana ailemle alakalı kısa bir bilgi verdikten sonra Charlize ile mutfağa çekilmişlerdi. Plan yapmakla meşgullerdi. Gustavsa benim yanımda kalmayı tercih etmiş, biraz önce bana içecek bir şeyler hazırlamak dışında yanımdan ayrılmamıştı.

Derin bir soluk alıp verdim. Sessizlik canımı sıkmaya başlamıştı ve bu iyi bir şey değildi. Yönümü tekrar beni izleyen mavi gözlere çevirdim. Gustav'ın yanında gergin hissetmeden edemiyordum. Bu kötü anlamda bir gerginlik değildi. Bilmiyorum. Bana kendimi gergin hissettiriyordu işte. Özellikle maviye çalan yeşil irisleri! Başımı tekrar önüme çevirip önümdeki beyaz sıvıya kilitlendim. Onun önünde ilk ağladığım günün anısı zihnimde hala netti. Peki bu olayın sebebi neydi?

"Bir hafta önce telekinezi yapabildiğimi gördüğünde neden öfkeli bir şekilde odayı terk ettin?"

Bir anda pat diye sorduğum soruyla, gözümün kenarıyla görebildiğim kadarıyla kaşları havalanmıştı. Bu konu hakkında daha önce hiç konuşmamıştık. Evet, benim üzerime yürümüş, panikleyip ağlamama sebep olduktan sonra bana sarılıp beni bir ucube olarak görmediğini söylemişti doğru ama odadan çıkmasının gerçek sebebinden hiç bahsetmemişti.

Koca adam konuşmak yerine başını sıkıntılı bir ifadeyle önüne indirdiğinde konu hakkında konuşmaya isteksiz olduğunu anlamıştım. Sorun değildi. Hiç bir şeyi açıklamak gibi bir mecburiyeti yoktu sonuçta. Benim de onu zorlamaya hakkım yoktu. Bana bu kadar iyi davranırken...

"Kusura bakma. Hiç sormadım farz et."

Dikkatimi elimdeki kupaya verdim. Evet, beni bir ucube olarak görmüyor olabilirdi ama bu benden korkmadığı anlamına gelmiyordu. Hatta kim bilir, bu kadar iyi davranmasının sebebi bu korkusu da olabilirdi! Belki... İşte bu düşünce tuhaf bir şekilde canımı yakmıştı.

"Bana onu hatırlatmıştın..." Aniden gelen sesiyle başımı ona çevirdiğimde, onu dalgın bir şekilde duvarı izlerken bulmuştum. "...Rebecka'yı."

Söylediklerini bir süre kafamda tarttım. Nihayet sesimi bulabildiğimde çekingenliğimi gizleyemediğim bir sesle sordum. "Rebecka da benim gibi..." doğru kelimeyi bulmaya çalıştım "sıra dışı mıydı?"

Başını evet anlamında salladı. Bakışları hala karşıdaki duvara dikiliydi.

Onun gibi bir adamı bu denli etkileyecek birinin varlığı merakımı körüklemişti. Çökmüş omuzları ve benimkilere bakmamakta direten gözleri bu etkiyi daha da arttırmaktan başka bir işe yaramıyordu. Bu yeni olgu aklımı kendi sorunlarımdan biraz da olsun uzaklaştırmışken diğer sorumu dile getiriverdim.

"Peki..." Yutkunup, vereceği tepkiden çekindiğimden biraz daha kısık çıkan sesimle devam ettim "Rebecka'ya ne oldu?"

Ağzından sıkıntılı bir nefes verip eliyle burnunun kemiğini ovaladı.

"Gustav istemiyorsan anlatmak zorunda de-"

"Gece yıldızı onun yapabildiklerini öğrendiğinde grubunu peşine taktı. Onu elde etmek istiyorlardı." Elleri dizlerinin üzerinde arkasına yaslandı. Gözleri hala karşısındaki duvara çivililerdi. "Kendi korkaklığım yüzünden..." Başını iki yana salladı. Sesi öfkeyle titremeye başlamıştı. " karşı koymaya çalıştı ama çok kalabalıklardı. Onu canlı ele geçiremeyeceklerini anladıklarında..." Gözlerini yumdu. "Onu bulduğumda kanlar içindeydi." Cümlesinin devamını getirmek için ağzını açtı ama hiçbir ses çıkmamıştı. Birkaç saniye böyle bekledi. Nihayetinde konuşabildiğinde sesi bir fısıltıdan farksızdı. "Son nefesini benim kollarımda verdi."

Dediklerinden çok fazla bir şey anlamamış olsam da daha fazla soru sormak gibi bir hataya düşmemiştim. Olayın onun için bu kadar önemli ve özel olduğunu bilseydim, en başında konusunu bile açmazdım zaten. Ama olan olmuştu. Sertçe yutkunup, elimi çekingence omzuna değdirdim. Defalarca kez benim yanımda duran adama en azından bu kadarını borçluydum. "Gustav çok üzgünüm. Gerçekten."

Gözlerini geri açıp dokunduğum yere baktı. Gözleri yaşarmıştı.

"Hamile olduğunu öğrendiğimde bir korkak gibi kaçmasaydım onu kurtarabilirdim biliyor musun."

Söylediklerinin şokunu yaşamaya fırsat bulamadan bakışlarındaki bariz acıyı görmemle dayanamayıp yerimde kımıldandım ve kendimi bile şaşırtan bir şey yaparak kollarımla başını kavrayıp omzuma yasladım. Buna karşılık onun kolları da benim belime dolandığında göğsüm her ne kadar hızla inip kalkmaya başlasa da hiç hareket etmemiş, baş parmağımla beceriksiz bir şekilde saçlarını okşamaya başlamıştım. Acı çekiyordu. Geçmişe ne derece takılı kaldığını bilmiyordum. Ama olanlardan kendini suçladığı ortadaydı.

Bölümün eski adı şuydu:

*Sarılmak (bu nasıl bölüm ismi amk)*

Öyle bırakmak istedim ama sonra dedim olmaz bu bölümün adını da değişeyim.

INCOGNITO (BxB)  - Tamamlandı (Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin