"Herkesin Yakışıklı Prens'i vardır!" diye söylendi bir kez daha.
Kollarımı göğsümde birleştirdim. "Benim prenslere ihtiyacım yok."
Gözlerinde karanlık parıltılar dolaşıyordu, vazgeçmeyecekti. Bir çırpıda ranzanın üstündeki yatağından indi ve benimki...
¤Söylediklerinizi unutabilirler fakat onlara hissettirdiklerinizi asla unutmazlar.¤ -Carl W. Buechner
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
[Bölüm 2: Bir Yabancı Gibi]
"Hadi oradan!" diye gürledi en yakın arkadaşım ve bir hışımla ayağa kalktı. Sıradaki her şeyin yere devrilmesine aldırmadan bomboş sınıfta volta atmaya başladı. "Bizim Jungkook ha? Jeon Jungkook?" dedi pörtlek gözlerini bana sabitleyip. Aklını kaçırmış gibi duruyordu.
Bakışları beni ürküttüğü için hızlı hızlı onayladım. İşaret parmağımı dudaklarıma yaslayıp ufak bir Ş sesi çıkardım telaşla. "Sessiz ol ama. Muhtemelen bunun duyulmamasını istiyordur."
Orta sıranın etrafında birkaç tur daha attı ve sırama geldiğinde durdu. "Bu mümkün değil. Şu an benimle kafa buluyorsun, değil mi?" dedi saçılmış ve ezilmiş eşyalarını toplarken. "Ju- Yani onun hayatla ne gibi bir derdi olabilir ki?" deyip yanıma yerleşti.
Sorusunu cevaplamadan önce yüzümü ovaladım biraz. Vakit kazanmaya çalışıyordum çünkü cevabı belli olan bir soru değildi bu. Üstelik biz, doğrusu ben, Jungkook'u sadece gösterdiği kadarıyla tanıyorduk.
Kafamı sıraya yaslarken "Bilmiyorum." diye inledim pes edip. Onun hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
Onu raylarda gördüğüm günden beri, cumartesi günü, aklımda dönen tek şey buydu. Ben, onu hiç ama hiç tanımıyordum. Birer dost gibi her öğle arası aynı masaya oturuyor ve yalnızca birer yabancı gibi devam ediyorduk sonrasında. Hatırladığım en uzun konuşmamız, birkaç hafta önce kafayı bulup sızmış Jimin'i ne yapacağını bilemediği için beni aramasıydı. Daha önce hiç onu düşünmek zorunda kalmamıştım.
Çok içten bir oflama döküldü dudaklarımdan.
Derin derin iç çekti Hyobin sırtımı sıvazlarken. "Jimin'e bahsettin mi bundan?" dedi kısık ve yumuşak tutmaya çalıştığı sesiyle.
Hayır demek için kaşlarımı kaldırdım. "Onun ağzında bakla ıslanmaz." diye mırıldandım. "Sen de kimseye söyleme sakın."
Yavaşça kafa salladı ve koca bir sessizlik yayıldı havaya. Hyobin, Jungkook'u benden daha iyi tanırdı. Ben hepsiyle lisede tanışmıştım ama onlar ortaokuldan beri beraberdiler. Bu yüzden ona söylemekten çekiniyordum fakat birilerine söylemezsem içimde gitgide büyüyen canavara yenilmem an meselesi olurdu.
Neyse ki Hyobin bir drama kraliçesi değildi ve düşündüğümden daha sakin karşılamıştı. Dürüst olmak gerekirse ben, Jungkook'u dövmesinden falan korkuyordum.
"Bu çok ciddi bir şey Chae. Sen olmasan, o bugün burada olmayacaktı. Yapman gerekeni yaptın, sorumluluk sahibi hissetmek zorunda değilsin." dedi gözlerimin içine bakarak. Ağır ağır saçlarımı okşuyordu bir yandan. Üstüme vazife olmayan işlerde bile sorumluluk sahibi hissettiğimi bilirdi. Dünya'ya, suçları üstlenmek üzere gönderilmiş bir şövalyeolduğumu söylerdi bana.