"Herkesin Yakışıklı Prens'i vardır!" diye söylendi bir kez daha.
Kollarımı göğsümde birleştirdim. "Benim prenslere ihtiyacım yok."
Gözlerinde karanlık parıltılar dolaşıyordu, vazgeçmeyecekti. Bir çırpıda ranzanın üstündeki yatağından indi ve benimki...
¤Yanıp sönen tabelaların ve hoş ışıkların ardında dolaşır kırık kalpler.¤
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
[Bölüm 22: Işıklar]
Başkent; gürültülü, kalabalık ve ışıl ışıldı. Özellikle de geceleri bir başka oluyordu sanki. Evim gibi hissettirmediği aşikardı fakat farklı hissettiriyordu. Daha önce hissetmediğim duyguları hatırlatıyordu bana. Onları hissetmem gerektiğini söylüyordu sanki, kurallarımı yıkmam gerektiğini. Yoksa teker teker kaybedecektim hepsini. "Sevdin mi?"
Gözlerimi dolu sokaklardan çekip Jimin'e çevirmekte zorlanmıştım. Işıklar çok güzeldi, yapaylık beni içine çekiyordu. "Farklı bir yer." diye mırıldandım. Buranın gördüğüm her yerden daha güzel hissettirmesini kabullenememiştim. "Artık burada yaşayacağına inanamıyorum."
Dudaklarından kısa bir gülüş kaçmadan önce kollarını sardı bana. Saçlarımı okşuyordu. "Önümüzdeki yıl burada olabilirsin sen de. Ara sıra ziyarete de gelirsin zaten." dedi buğulu sesiyle.
Derslerime delicesine bağlı olmasam da, yapabilirdim. Eğer Japonya'ya gitmiyor olsaydım, ben de başkentte yaşayabilirdim. "Yapamam, biliyorsun."
Nefesini seslice dışarı verip benden uzaklaştı. Minik balkonunun korkuluklarına yasladı kalçasını ve kollarını birleştirdi. "Üniversite okuyacaksın, Chae. Çocuk gibi teyzemleri takip etmene gerek yok." Suratında ciddi bir ifade vardı. Beni ikna etmeye ant içmiş gibi gözüküyordu ama çabalarının boşuna olduğunu anlamalıydı artık. "Zorunda olduğum için gitmiyorum, istediğim için gidiyorum."
"Bambaşka bir ülke, bambaşka zorluklar demek Chae. En azından burada ben olacağım. Belki, belki Hyobin olacak." Yutkundu güçlükle. Gözleri ufacık umut kırıntıları barındırıyordu hala, acizce parıldıyordu. Ona Hyobin'le ilgili bir şeyler söylememi istiyordu, biliyorum.
Ama yapamazdım, buna iznim yoktu.
"Neden sadece onu aramıyorsun ki?"
"Denemedim mi sanıyorsun?" diye çıkıştı bir anda. Yorulmuştu o da belli. "Ona ulaşmak için her şeyi yaptım, benimle konuşmak istemiyor artık."
O kadar denemiş miydi gerçekten? Erkekler niye böyleydiler? Neden azıcık uğraşıp sanki hayatlarının yarısını harcamış gibi davranıyorlardı her seferinde?
Omuz silktim birkaç kez. "O iyi ama sana daha fazlasını söyleyemem." deyip dudaklarıma hayali bir fermuar çektim. Güldü bıkkınca. Ben de güldüm.
Gözlerim tekrar sokağa kaydı. Bu denli zehirli bir şeyin gözlerime güzel görünmesini kabullenemiyordum. Nasıl olurdu? Burada insan hayatta kalamazdı ki. Burada nefes alabilir miydim?
Serinleyen hava gözlerimi yakmaya başlamıştı. Avuçlarımı kollarıma sürterek geri çekildim. "Umarım burayı seversin." Bunu içtenlikle dilerdim. Jimin burada yalnız olmayacaktı ama insan yeni bir şeyleri her zaman yadırgardı, ne olursa olsun.