16

200 19 34
                                        

¤Beni üzecek gücü sana verdiğim için kendimden özür dilerim.¤ -Franz Kafka

[Bölüm 16: Kış Hediyeleri]

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

[Bölüm 16: Kış Hediyeleri]

"Buna hiç gerek yoktu!" Utangaç gülüşüyle kızların tuttuğu pastanın ardından etrafa göz atıyordu Taehyung. Kafasında olması gereken koni şapka neredeyse gözlerini kapatacaktı şimdi. Hoş, etrafı görmese de olurdu muhtemelen. Pastanın kokusu ve hep bir ağızdan söylediğimiz doğum günü şarkısı onu büyülemişti. Cheshire kedisininkinden büyük tebessümü sayesinde bu fikre kapılmıştım.

Şarkı bittiğinde alkışlamayı kesip arkamdaki tekli koltuğa oturdum. Teyzemlerin evindeydik. Bütün ekip buradaydı, Yoora dahil. Jimin ve Tae ikilisi ondan hazzetmese de, doğum günü çocuğunun sınıf arkadaşı kontenjanından yer edinmişti kendine o kız.

Ve şimdi çaprazımdaki geniş koltukta Jungkook ile iç içe oturuyordu.

Göğüs kafesimi sıkan hayali elleri göndermek için derin derin soludum. Gözlerimi, uzaklaşmak için ağlayacağı şu manzaradan çevirdim bir çırpıda. Ev ne kadar sıcak olursa olsun pencerenin öteki tarafındaki esintiyi hissedebiliyordum. Kendimi sardığım battaniyenin altındaki bedenim titriyordu hafifçe. Vücudumun üstünde derimi yırtan bir bıçak vardı, soğuk soğuk kesiyordu.

"Kirazcık, telefonun çalıyor." dedi sehpanın yanına kurulmuş Jimin. Suratında gergin bir ifade vardı kolayı dans ederken içmeye çalışan Taehyung'u izlerken. Sanırsam, eve olabilecek herhangi bir faciayı öngörmeye çalışıyordu.

Soğuktan ağırlaşmış kafamı ağır ağır prize çevirdim. "Uzatsana Bin." diye mırıldanım elimi battaniyeden çıkartıp.

Önce parmaklarındaki çikolata kalıntılarını yaladı Hyobin. Ardından telefonuma yöneldi. Ekrana bakar bakmaz "Oha, Yugyeom arıyor!" diye kelimenin tam anlamıyla böğürdü. O, maymunlar gibi koştururken Jungkook da büyük bir ilgiyle bize bakıyordu. Clark Kent misali lazer çıkıyordu gözlerinden.

...Ya da bilmiyorum, bağlantı kurmak istemiş olabilirim.

"Açsana, açsana." Hyobin, yaramaz çocuklar gibi zıplayıp durdu yanımda. O kadar heyecanlıydı ki gören piyango kazandık falan sanırdı.

Kendimi salondan dışarı atarken "Ya bir sus Tanrı aşkına!" diye fısıldadım. Elimi gelişigüzel sallayıp arkadaşımdan kurtulmaya çalışıyordum. Hyobin yüzünden salondaki herkes beklentiyle bana bakıyordu şimdi.

Lavaboya girip kapıyı kilitledim aramayı cevaplamadan. Yugyeom'un sıkıntılı sesi bütün konuşmayı ele geçirmeden önce tatlı tatlı hal hatır sormuştuk birbirimize. "Bana yardım edebilir misin Kiraz?" derken sesi o kadar kısık ve titrekti ki... Kalbimin içinde bir yerlere değmek ne kelime, tamamen tutunmuştu.

"Tabii ki ederim. Ne oldu, ne yapmam gerek?"

Nefes verdiğini duydum. "Bir yerde görüşebilir miyiz? Telefonda anlatabileceğimi sanmıyorum."

it's time to go | JJKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin