"Herkesin Yakışıklı Prens'i vardır!" diye söylendi bir kez daha.
Kollarımı göğsümde birleştirdim. "Benim prenslere ihtiyacım yok."
Gözlerinde karanlık parıltılar dolaşıyordu, vazgeçmeyecekti. Bir çırpıda ranzanın üstündeki yatağından indi ve benimki...
¤Sanırım cehennem gittiğin bir yer değil, yanında taşıdığın bir şey.¤ -Neil Gaiman
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
[Bölüm 19: Toplum]
Cha Yoora'dan
"Ben geldim."
Bu eve girmek istemiyorum.
"Aç mısın? Yiyecek bir şeyler aldım."
Bu kadının suratını bile görmek istemiyorum.
"Seni sürtük!" Bir tıngırtı koptu salondan. Birbirine çarpan şişe sesleri annemin çığlıklarına karıştı. "Nerelerdesin sabahtan beri? Ne bok yiyordun yine?"
Elimdeki alışveriş poşetlerini yere bırakırken uzun uzun inceledim etrafı. Perdeler kapalı, şişeler her yerdeydi. Alkol kokusu ve sigara dumanı midemdeki her parçayı dışarı atma isteği uyandırıyordu bende. Çöplüğe dönmüştü ev.
"Okuldaydım." dedim kısaca. Formamdan da anlaşılırdı bu fakat annem gözlerini açamayacak kadar sarhoştu belli ki. Nedense bana karşı kaba olmayı hiçbir zaman unutmuyordu. Her zamanki gibi "Okuyup da ne olacaksın sanki?" aşağılamalarına giremeden mutfağa ilerledim. "Yemekleri ısıtıyorum, açsan ye."
Duvarlara tutunarak takip etti beni. Şişe tutan elini bana doğru sallayıp, bu hareketiyle zaten lekelerle dolu olan halıyı daha da batırmıştı, yılışık yılışık gülümsemeye başladı. "Shi Hyuk gelecek. Güzel bir şeyler hazırla." dedi çirkin kafasında kurduğu güzel hayallerle.
Artık sevgililerinin adını aklımda bile tutamıyordum. Annem de tutamıyordu muhtemelen ama bir şekilde bu adamların kendisine aşık olduğunu falan sanıyordu.
Aşk diye bir şey yoktu, öğrenememişti hala.
Kokuşmuş kadını mutfaktan kışkışlayıp yemekleri ısıtmaya koyuldum. Nefret ettiğim bu yerde hizmetçi gibi çalışmaktan bıkmıştım. Aptal annemi kullanan adamlar için yaptığım yemeklerin haddi hesabı yoktu.
Karnıma kramplar giriyordu, başım dinmeden ağrıyordu ve kalbimdeki kara delik her geçen gün büyüyordu. Neden ben de huzur içinde yaşayamıyordum?
Ding dong!
Kapıya koşan annem, kapının ardındaki yılışık herif ve bir dünya iğrenç ses artık evi terk etmem gerektiği alarmlarını çalıyordu.
Gerçekten terk etmekten bahsediyorum.
Aslında, eğer, beni dinleseydi birlikte kaçabilirdik. Karnımdaki şeye sevgi gösterebilir ve onu bu cehennemden uzak bir yerde büyütebilirdik. O çalışırdı, ben bebeğimize bakardım. O kabul etmese bile bir sevgimiz ve sonucunda olmuş bir parçamız vardı artık.
İçimde gitgide büyüyen "Onu ikna edebilirim!" çığlığına karşı koymayacaktım bugün.
Annem ve tatlı sevgilisinin masasını hazırlar hazırlamaz evden çıktım. Birkaç şarkı sonrasında tanıdık kapının önündeydim. Kaosun ve arzunun sesi yükseliyordu içeriden. Kulaklığımda çalanın aksine bangır bangır bir müzik vardı. Bir yerlere kusmadan önce onu bulmalıydım.