"Herkesin Yakışıklı Prens'i vardır!" diye söylendi bir kez daha.
Kollarımı göğsümde birleştirdim. "Benim prenslere ihtiyacım yok."
Gözlerinde karanlık parıltılar dolaşıyordu, vazgeçmeyecekti. Bir çırpıda ranzanın üstündeki yatağından indi ve benimki...
¤Çünkü o, sadece benim duyabileceğim bir şarkı söyledi.¤ -Oscar Wilde
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
[Bölüm 24: Söylenmemiş Gerçek]
Radyoda yumuşak bir şarkı çalıyordu. Anlayamadığım dilde bir kadın durmadan ağlıyordu sanki. Oysa zihnimde bu ses çok net bir biçimde Haerin'inkine dönüşüyordu. Bu bir peri masalı değil.
Derin derin solurken ben, Taehyung kanalı değiştirdi. Artık daha hareketli bir parça oynuyordu.
Her şeyin üstünü bu kadar kolay örtebilsek keşke.
Kafamı yasladığım camdan çevirdim. "Japonya işini kimseye söylemediğin için teşekkür ederim." diye mırıldandım usulca. Sabahın kör bir saatiydi, kimse bizi duyamazdı fakat sesim yükselse bütün şehir uyanacaktı sanki.
Bana baktı. Gözleri, benimkilerden kaçıyordu. En sonunda dayanamayıp kafasını eğdi, ufak bir tebessüm eşlik ediyordu tepkisine. "Senden duymaları gerek." dedi. "Özellikle Jungkook."
Kırık bir parlaklıkla dolup taşan gözleri yükseldi aniden. Bakışlarımız kesişiyordu falat her an vazgeçecek gibi duruyordu. "Herkesin bilmeye hakkı var."
Yutkundum. Jungkook'u son görüşüm düştü aklıma. Soğuktan kanlanan yüzü, yalvarırkenki sesi hiç çıkmıyordu aklımdan. Zaten yapbozu bir türlü çözemiyordum. Şimdi bir de parçalar eksilmişti.
"Söyleyeceğim." dedim sadece. "Zamana ihtiyacım var. Bu bizim son yılımız."
Gülümsedi. "Bu yüzden acele etmelisin."
Tam ağzımı açmıştım ki rayların gıcrtısı şiddetlendi. Saate baktım, tam vaktiydi. Vücudumu saran zincirler gevşemişti trenin gözden kaybolmasıyla. Hoş, son zamanlarda artık bu zincirleri niye taşıdığımı unutmuştum. Neden her sabah bu eziyeti çekiyordum, hatırlayamıyordum bir türlü.
Bunun sorumlusu da Jungkook'tu, o geceydi.
Araba okulun önünde durduğunda Tae'ye döndüm. "Her şey için teşekkür ederim." dedim. "Neden sen de gelmiyorsun? Bizimkileri görürsün."
Reddetti. "Jiminie beni bekliyordur. Daha yerleşemedim. Yol uzun." dedi buruk tebessümüyle. Arabası valiz doluydu cidden.
"Tek başına mı gideceksin?" diye sorduğumda fazla düşünmüyordum. Bu sorum kalbini kırmış bile olabilirdi. Baştan aşağı utanca boyandım karşısında.
Pervasızca havada salladı elini. Yüzünde ekşi bir ifade vardı. "Böyle daha iyiyim. Annemin ağlayışını duymak istemiyorum." diye söylendi. Bence yalan söylüyordu. Kim ailesini tanıyordum. O kadında gözyaşı dökecek vicdan yoktu.
Biraz moral vermek için gülümsedim. "İyi yolculuklar."
Okulun merdivenlerini çıkarken bir yıl sonrasını düşünüyordum. Eğer Japonya'ya taşınıyor olmasaydık pekala ben de bizimkilerle Seoul'e gidebilirdim fakat ailem kabul etmiyordu. Sanırım ellerinde kalan son çocuğu da kaybetmek istemiyorlardı.