"Herkesin Yakışıklı Prens'i vardır!" diye söylendi bir kez daha.
Kollarımı göğsümde birleştirdim. "Benim prenslere ihtiyacım yok."
Gözlerinde karanlık parıltılar dolaşıyordu, vazgeçmeyecekti. Bir çırpıda ranzanın üstündeki yatağından indi ve benimki...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
[Bölüm 25: Ölüm ve Nefret]
Avuçlarımın içinde kırış kırış olan eteğime baktım biraz. Beyaz duvarlara kaydı sonra gözlerim, odadaki deri koltuklara. Durmadan öten makineleri izledim bir süre, anlayabileceğim bir şey değildi ritmik sesler. Sonunda gözlerim bana alev alev bakan kıza değdi.
Fakat irislerim erimeyecekti. Yoora'ya karşı buz kadar acımasız bir duvar örmüştüm. "Aklın neredeydi?" diyebildim sadece. Kelimeler mermi gibi saçılmıştı ağzımdan.
Güldü hafifçe, gözlerine varamadan soldu ama. "Ölmemi dilerdin, değil mi?" dedi o da aynı tutumla.
Birbirimizden nefret ediyorduk.
Eteğimdeki ellerimi gevşettim. "Hayatımdan çıkmanı dilerdim, çocukça hareketlerle dikkat çekmeye çalışmanı değil." Ne demem gerektiğini düşünmüyordum bile. Ne olmuştu bana böyle?
Nefes alıyordu hala ama gözlerinin içinde ölü bir kız vardı beni seyreden. "Neden buradasın?" dedi. Sesi daha sakin çıkıyordu az öncekine nazaran. "Kazandığını yüzüme vurmak mı istiyorsun? Tebrikler! Jungkook senin oldu."
İçimde biriken tüm nefreti dışarı vermek istedim tek solukla ama bir anda tükenmeyecek kadar fazlaydı. Yoora'ya karşı içimde tuttuklarım çok fazlaydı.
Nasıl hala Jungkook diyebilirdi? Yaptığı, yaşadığı onca şeye rağmen nasıl hala şu aptal oyuna takılabilirdi?
"Bak," diye dikkatini çekmeye çalıştım. Ciddiyetimi anlasın istiyordum. Ellerim yatağın kenarındaki tutacaklara yaslıydı. "Uyan artık. Ben, Jungkook, Hyobin... hepimiz unutacağız seni. Kendi hayatına dön. Beni ve arkadaşlarımı rahat bırak." Sinirleniyordum ve bu beni korkutuyordu.
Ağzı aralandı hafifçe. Özenle şekillendirilmiş kaşları çatılmıştı. Alnında belirginleşmeye başlayan bir damar vardı. "Ben kimseyi çağırmadım!" diye çırpındı. Kirpikleri yaşlarla parlıyordu. "Sadece her şeyden kurtulmak istedim."
"Bana masal anlatma!" diye kestirip attım onu. "Hyobin'in sorumluluk altında hissedeceğini biliyordun. Gerizekalı abisine ulaşır belki diye düşündün."
İnkar etmeye hazırlandı hemen. "Ben-"
Sertçe yatağın kenarına vurdum. "Kimi kandırıyorsun Yoora?! Bebeğin öğrenilmemesi imkansızdı zaten. Sen dikkat çekmek istedin, ölmeyi falan değil." Göğsüm hızla inip kalkıyordu. Avuçlarım ıpıslak ama dudaklarım kupkuruydu. "Ölümü küçümseme."
Yaşları suratından kayarken birer birer o, suskundu. Karnına kaydı eli, ağır ağır okşuyordu. "Anlayamazsın." dedi boğuk sesiyle. "Sen ölümü anlayamazsın."
Bu tıpkı Ay'a Dünya'yı tanımadığını söylemek gibiydi.
"Sen ne biliyorsun ki? Nasıl bilebilirsin?" diye bağırmaya başladım aniden. Ellerim titriyordu, bütün bedenim zangır zangır titriyordu. Onu parçalamak istiyordum, mahvetmek istiyordum, yarım bıraktığı işi tamamlamak istiyordum.