"Herkesin Yakışıklı Prens'i vardır!" diye söylendi bir kez daha.
Kollarımı göğsümde birleştirdim. "Benim prenslere ihtiyacım yok."
Gözlerinde karanlık parıltılar dolaşıyordu, vazgeçmeyecekti. Bir çırpıda ranzanın üstündeki yatağından indi ve benimki...
¤Çok zaman önce öğrendim ki yaralarımı iyileştirmek için onlarla yüzleşecek cesarete sahip olmam gerekiyordu.¤ -Paulo Coelho
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
[Bölüm 7: Kayıp Kız]
"Dinlemiyorsun."
Durmaksızın bir şeyler karaladığı defterden kaldırdı kafasını. Masaya dayadığı çenesi kızarmıştı ve ince bir tarak gibi duran kirpikleri siyah harelerinin yarısını örtmüştü. "Evet, dinlemiyorum."
Yüzsüzlüğü, kendi yüzümü yırtıp yakma isteği uyandırıyordu içimde. "Neden dinlemiyorsun? Sınav yarın değil mi?" dedim olabildiğince sakin duyulmaya çalışarak.
Ofladı gürültüyle. "Ne zamandan beri annem gibi davranıyorsun?" diye homurdandı. "Bir de sana mı açıklama yapacağım?"
Bana kesinlikle açıklama yapmak zorunda değildi ama böyle sorumsuz davranacaksa ona yardım edemezdim. Duvardaki saate baktım göz ucuyla, yalnızca bir saat geçmişti ve biz zaten iki kere mola vermiştik. Üçüncüsü dikkatini yeterince dağıtırdı.
"Pekala, haklısın. Bitirsek iyi olacak zaten." deyip kalktım sandalyeden. Kitaplarımı ve diğer gereçlerimi çantama tıkıştırırken acil durum gözündeki yara bandı dikkatimi çekti. Kutudan birini çıkarıp vermeyi düşünürken Jungkook'un dahasına ihtiyacı olacakmış gibi hissettim. Tırnaklarının kenarında bir sürü kabuk vardı.
Önüne attığım kutuya baktı bir süre. "Bu ne şimdi?" dedi her zamanki gibi boğuk ve anlaşılmaz sesiyle. "Yaralarınla ilgilenmezsen hep acıtırlar." dedim. Sesim çatlayıvermişti konuşurken.
Yüzündeki kibirli ve iğneleyici gülüşle bana döndü. Gözleri samimiyetten uzaktı. "Yaralarım ne zamanda beri seni ilgilendiriyor?" Ayağa kalktığında yaşıtlarıma göre birazcık uzun olduğuma minnettardım. Beş parmak tepeden bakıyor oluşu yeterince aşağılayıcıydı çünkü.
Bana karşı bu tutumu, küçük sırrını bildiğimden haberdarmış gibi hissettiriyordu. Şüphe çekmemek için olabildiğince dik durmaya çalışıyordum. "Ben şe-"
"Ne değişti? Neden birden bire bu kadar arkadaş canlısı oldun?" dedi kollarını göğsünde birleştirip. On sekiz yaşındaki bir oğlan çocuğu tarafından sıkıştırıldığıma inanamıyorum!
"Yardım isteyen sendin! Ben yalnızca nazik olmaya çalışıyordum!" Sesim kontrolden çıkmış bir keman gibi inceldikçe inceliyordu. Kendimi savunmak için her şeyi yapmaya hazır gözüküyor olmalıydım.
"Bir anda öylece yardımsever mi oluverdin yani?"
Gerçekten kızmaya başlıyordum artık. "Ne demek istiyorsun?"
Bir adım yaklaştı bana. Sanki ondan çok kısaymışım gibi hafifçe eğildi. Kahve gözlerini kısıp dik dik bakmaya başladı. Bir şey arıyordu sanki, bir şeyi görmeye çalışıyordu. Ağzını açıp kim bilir neler daha söyleyecekken zil çaldı ama. Beni tanımadan edindiği saçma görüşlerini daha fazla yüzüme püskürmesini engelledi.