"Herkesin Yakışıklı Prens'i vardır!" diye söylendi bir kez daha.
Kollarımı göğsümde birleştirdim. "Benim prenslere ihtiyacım yok."
Gözlerinde karanlık parıltılar dolaşıyordu, vazgeçmeyecekti. Bir çırpıda ranzanın üstündeki yatağından indi ve benimki...
¤Aşk, arzulanan bir varlıkta bulacağımız tada susamaktan başka bir şey değildir.¤ -Montaigne
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
[Bölüm 5: Kırık]
Park Jimin'den
"Amacın ne senin?" deyip kolunu tuttuğumda Hyobin de ben de şaşırmıştık. Onun oyunları karşısında sakin kalmak, onun o kusursuz yüzüne çirkin demek kadar zorlaşmaya başlamıştı artık.
Önce masumca kaçmaya çalıştı. Kolunu çekti, sessizce mızmızlandı ama ciddi olduğumu fark ettiğinde kara gözlerini kocaman açıp "Sana ne?" diye gürledi. "Ne duymak istiyorsun?"
"Kardeşimi niye birinin kucağına atmaya çalıştığını merak ediyorum." dedim kolunu bırakıp. Beyaz teni çoktan kızarmaya başlamıştı parmaklarım arasında.
Gergince bağlanmış saçlarını daha da sıktı konuşmadan. "Ben sadece süreci hızlandırıyorum." dedi tırnaklarına bakarken. Durumu kavrayamamanın verdiği sabırsızlıkla kaşlarım çatıldı. "Aptalı oynama Jimin! Aralarındaki o şeyi göremiyor musun?"
Hyobin ve onun bitmek tükenmek bilmeyen hevesleri, kalmaya çalıştığım yola taşlar yağdırıyordu durmaksızın. "İnsanlar, küçük hayal dünyanın parçalarıymış gibi yapmayı kes lütfen. Jungkook'un sevgilisi var. Chaerin'in de böyle bir isteği olmadığına eminim."
Nazik olmak istemiştim. Tanrı'm, onun karşısında hiç olmadığım kadar mükemmel ve iyi biri olmak istiyordum fakat her seferinde hayal kırıklığı dolmuş gözleri kalıyordu bana.
"Ama çok yakışıyorlar." dedi naif bir tebessümle. "Birbirlerini görmemeleri çok büyük bir haksızlık değil mi?"
Chaerin benim için yalnızca bir kuzen değildi. O öz kardeşimden de öteydi ve onun sevgilisi olacak kadar büyümüş olması fikri alışılmışın dışındaydı.
Hyobin'in ufak bedenini kollarım arasına aldım. "Onları yakın görmek istemiyorum Hyobin. Arkadaşlığın suyu mı çıktı?" diye sordum çenemi kafasına yaslayıp.
Homurdandı kollarını sarmadan. Kafasını kaldırıp cesurca gözlerime baktı her zamanki gibi. "Sen korkağın tekisin. Ne anlarsın duygulardan?" diye sordu. Cevap beklemiyordu, veremezdim de zaten. En iyi o bilirdi benim ne denli korkak olduğumu.
Kollarımdan sıyrılıp ceketine sarıldı sıkı sıkı. "Nerede kaldı bunlar ya?" diye homurdandı saatine bakarak. Dans etmeye başladıklarında hepimizi kafeden çıkarmıştı Hyobin. Taehyung, Yoko ve Minhyuk gitmişti, biz kalmıştık.
"Çağırayım mı?"
"Yok yok. Rahatsız etme."
"Hyobin." Uyarıcı ses tonuma karşılık sinirle nefes üfledi. "Yalvarırım, onları rahat bırak."
"Ah yapma ama! Ne ara unuttun? Sadece bir yıl önceydi. Bu kadar mı balık hafızalısın?"
Hyobin, almaması gereken riskler için can atan biriydi. Söylememesi gereken şeyleri bir bir tekrar etmek zevk veriyordu ona. "Bunu tartışmayacağım, Jungkook'un hatrına."
Dişlerini birbirine sürttü sertçe. Çenesi gerilmişti. "Sen de Jungkook da aptalsınız, Park Jimin. Sizden nefret ediyorum!" diye bağırdı ve çekip gitti. Tek söz edememiştim ardından. Anlayamadığım bir iddiaya karşı kendimi savunamazdım ki.
Vücudu, köşeyi dönüp gözden kaybolduğunda telefonumu çıkarıp hızla bir şeyler yazdım ona. En azından eve vardığını söylemeliydi. Başına bir şey gelmesini istemiyordum açıkça.
"Tabii, gelirim."
Adım seslerine katılan ince bir ses dikkatimi dağıtmıştı. Büyük siyah montuna sarınmış Chaerin ve ardındaki suratsız Jungkook merdivenlerden iniyordu. "Nereye?" dedim biricik kuzenimi süzerken.
İkisi de aynı anda kafalarını kaldırıp bana baktılar. Birisi olabildiğince boş öteki ise tatlı tatlı bakıyordu. "Kütüphaneye." dedi Chaerin. "Kimya çalışacağız."
"Kaçtı." dedim onaylarcasına. "Biz de kaçalım artık. Saat on bire geliyor."
"İyi geceler." Jungkook hafifçe el sallayarak uzaklaşmıştı bizden. Tuhaf bir şeyler vardı onda son günlerde. Normalde de sessiz sakin davranırdı fakat canının sıkkın olduğu barizdi.
"Eğlendin mi bari?"
Hafifçe güldü Chaerin. Uykulu gözüküyordu, çoktan yatardı normal bir gününde. "Çok."
"Teyzem annemi aramış." dedim tepkisini ölçerken. Derin bir nefes verdi. Bu konuşmaları duymaktan sıkıldığını biliyordum ama bir şey yapmıyor oluşu, ben bir şeyler yapmalıymışım gibi hissettiriyordu. "Ailenin ne kadar mutlu olduğunu bilemezsin. Hayata dönmenin bir şeyler ifade ettiği birileri var. Haerin, seni önemseyen bir avuç insan var."
Kelimeler ağzımdan döküldüğü an biliyordum, ok yaydan fırlamıştı.
"Ben öyle-"
"Sorun değil." Dolu gözlerine inat kocaman gülümsüyordu. Dudaklarının kenarları titremişti kafasını eğmeden önce. "Sakın suçlu hissetme. Gerçekten haklısın."
Neden sürekli kalp kırıyorum?
Yuktunup kafasını kaldırdı. Saniyeler içinde daha iyi görünmeyi başarmıştı. "Günden güne iyi oluyorum, çabalıyorum. Sen ve Hyobin beni iyileştiriyorsunuz." dedi ve aniden kollarını sardı bana. Onu sıkıca sarmaladım beklemeden. O benim küçük kardeşimdi, onu dağılmış görme fikri dahi beni çıldırtmaya yetiyordu.
"Ben mutluyum. Nasıl gözüküyorum bilmiyorum ama... mutluyum. Bir ailem olması bile mucizeyken üzülmem haksızlık olur." diye homurdandı. Sesi boğuk çıkıyordu.
Kollarım arasındaki bedenini salladım zorlama bir neşeyle. Keyfini yerine getirmek istiyordum. "Mutlusun, biliyorum." Güzel kokan saçlarını öptüm. "Her şey gitgide güzel olacak. İnan bana."
Ayrılıp kalbine dayadı elini. "İnanıyorum." dedi hafif bir tebessümle.