"Herkesin Yakışıklı Prens'i vardır!" diye söylendi bir kez daha.
Kollarımı göğsümde birleştirdim. "Benim prenslere ihtiyacım yok."
Gözlerinde karanlık parıltılar dolaşıyordu, vazgeçmeyecekti. Bir çırpıda ranzanın üstündeki yatağından indi ve benimki...
¤Çünkü ben senin geleceğinim fakat geçmişe takılırsan, seninle olamam.¤
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
[Bölüm 30: Değer]
Kendimi yalnız hissetmiyordum.
Ayaklarımın dibindeki "ANI KUTUSU"na baktım. Döşekte uzanan Jungkook'a kaydı sonra gözlerim. Jarvis de odanın bir köşesinde uyukluyordu.
"Uyumalısın."
Jungkook'a döndü başım ağır ağır. "Uyumalıyım." İç çektim istemeden. Dizlerim göğsüme, başım dizlerime yaslıydı. Kıpırdayamayacak gibi hissediyordum. Tam şu an kaçıp gitmek istese sevgilim, kanatlanıp uçardım belki ama o bunu istemeyecekti, biliyorum.
Ben de uçamayacaktım zaten.
Yattığı yerden doğruldu. Omzumun üstüne serpilmiş saçlarımı kenara itip ufak bir öpücük kondurdu. "Onu mu gördün yine?" diye sordu fısıltı gibi çıkan sesiyle.
Kafa sallayabildim sadece. Biricik kardeşinin adını bile ağzına alamayan yalancının tekiydim ben. Her gün daha da batıyordum içine. Sevgilimle kurduğumuz her hayal sonsuzluğa uzanıyordu.
Fakat ben bu gecenin sabahı yok olacaktım.
Oysa uzun zamandır kendimi yalnız hissetmiyordum.
Kendini döşeğe bırakıp uzun uzun esnedi Jungkook. "Uyumalıyız. Yarın büyük gün." dedi yarı açık yarı kapalı gözleriyle.
Nefesimin kesildiğini hissettim bir anda. Yarın büyük gün.
"Yarın-"
"Beni dinlemeye geleceksin."
Derin bir nefes verdim fakat çok geçmeden soluğum tıkandı yine. Onu bir kere bile dinleyemeden gidecektim.
Yanaklarımın içini ısırdım sertçe. Yanına uzandım. Bir yemin eder gibi fısıldadım. "Seni seviyorum."
Beni duymadı. Bütün gece kalp atışlarını dinledim ama o uyuya kaldı. Yanımda huzurla solurken o, kendimi çok mutlu hissettim. Kısa bir an neden buna kalkıştığımı sorguladım.
Cevabı çok açıktı ama. İyileşmem gerekiyordu.
¤
"Bizi aramayı unutma, tamam mı?"
Hafifçe güldüm anneme bakıp. Burnumu çektim sertçe. "Sizi asla unutmam." Nankör bir velet gibi duyulmamak için dilimi ısırmıştım. Dürüst olmak gerekirse şu an kalp kırmak istemiyordum. Onları uzun bir süre için son görüşüm olacaktı. Doğuştan olmasa da onlar benim ailemdi ve sonsuza dek öyle kalacaktılar.
Kalbimde hala bir parça sevgiye yer vardı.
Babam omzumu sıktı ansızın. Göz göze geldiğimizde tek bir çizgi halini almış dudaklarını fark ettim. Tüylerim diken diken oldu. "Sorun ne?" diye soludum. Avuçlarım yanmaya başlamıştı, ellerimi sıkıyordum.
Elini ensesine attı, bakışlarını kaçırıp kem küm etti bir süre. "Arkadaşların... Gelmemelerini söyledim. Nereden duydular bilmiyorum ama veda etmek istiyorlar." dedi mahcubiyetle.
Birden uyandıran, bir parçası bile hatırlanmayan bir kabus gibi akıllarından çıkmam gerekiyordu.
Geriye adımladım. "Gitmelerini söyle, uçağımın erken kalktığını-"
Telaş içinde sayıklayışlarım çarptığım duvar yüzünden duraklamıştı. Etten bir duvara toslamıştım.
Duvar diyorum çünkü Jungkook beton kadar soğuk ve cansız bakıyordu gözlerime.
Yutkundum güçlükle. Burada olmamalıydı. Aklımdan geçen tek şey kaçmaktı ama kolumu tuttu. Zihnimi okuyabiliyordu sanki.
Çok daha derini görmesinden korktum. Onu sevdiğimi ve ayrılmak istemediğimi görsün istemedim. O zaman ısrar ederdi. İkna ederdi beni burada, onunla kalmaya.
"Neden yapıyorsun bunu?" dedi. Konuşunca fark ettim, yıpranmış görünüyordu. Benim yüzümdendi. Haberi alınca aklını yitirmişti belki de. Kalbinde asla kapatamayacağım ilk yarayı açmıştım.
Dahasına ihtiyacım vardı. Benden nefret etmesi için daha da kötü davranmalıydım ona.
Kendime çektim kolumu. "Seni ilgilendirmiyor." dedim fakat planladığım kadar acımasız olamadım. Gözlerinin içine bile bakamadım. İşte bu kadar korkaktım ben. "Çekilir misin? Gitmem lazım artık."
Önüme geçti. "Hiçbir yere gitmiyorsun." dedi sertçe. "Bir açıklama borçlusun." Kollarını göğsünde birleştirmişti. Tıpkı ilk günlerdeki gibi bakıyordu bana. Yabancı bir varlık gibi izliyordu beni.
Kafamı eğdim mimiklerimi toparlamak adına. Ailem, Hyobin, Jimin... Hepsi bizi izliyorlardı. Sahte bir diyloğun içindeydim ve birisi anlayacak diye ödüm kopuyordu. Özellikle de Jungkook'un fark etmesi işten bile değildi.
"Bak," dedim ilgisiz gözükmeye çalışarak. "Bitti artık, tamam mı?"
Kahve gözleri yaşlarla parıldadı. Gözlerine bakmak için zorluyordum, gözyaşlarımı tutmak için ant içmiş gibiydim. Hatta o kadar sarhoştum ki dilimi tutamadım.
"Sevmeye değdin belki fakat kalmaya değmezsin."
Bunlar, ona son sözlerim oldu. Titreyen çenesi ve parlak kahveleri hafızamdaki son kalıntılarıydı. Arkamda kocaman bir harabe bırakmıştım. Tek dileğim unutulmaktı, onu daha mutlu etmekti, kendimden nefret ettirmekti.
Ancak nerede yanlış yaptığımı göremiyordum. Kalbim yanıyordu, katil gibi hissediyordum fakat bu günaha neden isim koyduğumu bir türlü çözemiyordum.
Lütfen Tanrı'm, ben unutmasına izin ver. Sonsuza dek sil beni ondan.