Bir hayal doğurdum kalbimin küçük odasına. Onu emzirdim, onu sevdim, göğsüme dolan her güzelliği ona verdim, başını okşadım ve ona sarıldım.
Bir hayal doğurdum; yeminimi yerine getirdim. Onu yaşattım. Ruhumun tüm gücünü onun ömrüne adadım, ayaklarımdan saç tellerine kadar toplanmış tüm enerjimi avuçlarıma sığdırdım; avuçlarımı da onun saçlarına yasladım. Bunun karşılığında saçlarını keseceğini, beni o kokudan mahrum edeceğini bilemezdim.
Aynı gün, dönemin ilk günü, sıcak ve güneşli havayı sınıfın penceresinden içeri davet etmiştik. Arkadaşlarına ya da yalnızlıktan uzaklaşmaya yönelik özlemlerine su serpen birçok gencin doldurduğu sınıfta, sıramda tek başımaydım. Önümdeki kitabın satırlarını kaç defa tekrar tekrar okudum bilmiyorum, kısa bir gürültü inadımı kırdı ve kafamı kaldırabildim.
Önümde, yaşımızın ve hayatın yollarının ilk yokuşlarının acısını resmetmiş bir tablo vardı. Baktığınızda sadece zorbalığı görebilirdiniz ama Emre'nin Papatya'ya taktığı o çelmede daha fazlası vardı. Emre'nin gözlerinde gücünü gazdan alan mavi bir ateş, sıktığı dişlerinde sabrın ya da hırsın kuvveti vardı.
Ta ki, kafasını kaldırıp onların önünde durmuş Matem'i görene kadar. Tüm bunlar, onun çatılmış kaşlarıyla buhar olup ciğerlerimize karıştı. Emre tüm bunları bizim soluduğumuz havaya emanet etti ve sınıftan çıkan Matem'in peşine takıldı.
Matem'e bakışı farklıydı, Matem'in ona bakışı daha da farklıydı.
Papatya'ya uzanıp ellerini ellerime aldım ve ona yardım ettim. Tıpkı diğer zor günlerimizde de onun bana edeceği yardım gibi.
"Canım yanıyor," diyerek ağladığını hatırlıyorum revirin ilaç kokan koltuğunda otururken ve dizlerini temizleyen görevliye bakarken. "Bastırmayın lütfen."
Yemin edebilirdim: Acıyan dizi değildi ve benim ruhum da onun ruhu kadar zedelenmişti.
"Matem onu nasıl durdurabildi?" diye sordu hayretle. Boş revirde oturuyorduk. "Tek kelime etmedi."
Dikkatle yüzüne baktım. "Evet," diye mırıldandım. "Yeni nakil olmadı mı?"
Başını salladı. "Bu yıl geldi." Gülümsedi. "Herkes onun ne kadar dikkat çektiğini konuşuyor, bazıları yaşının on sekizden büyük olduğunu söylüyor."
"Sınıfta mı kalmış?"
Omuz silkti. "Bilmiyorum."
Papatya'nın dikkatinin dağılmasına mutlu olsam da içimi kemiren bir şeyler vardı ve Matem'i keşfetmeyi, onu ilk gördüğüm andan beri kafaya koymuştum. Ah benim durduğu yerde durmayan, beni köşe bucak kovalayan merakım...
Çıkışta göz hapsine aldığım Matem, bunu hissetmiş miydi bilemiyorum ama sınıfta ikimiz kalıncaya kadar çıkmadı. Çıkmasını bekledim. Kitabımı bitirecek ve sonra çıkacakmışım gibi davrandım, saate baktım, esnedim ve sonunda kalktım.
Çantamı topladım, o da yanımdan geçip gitti.
Koridorda, o önce ve ben arkada yol aldık.
"Hayır." Yükselirken yarıda kesilmiş bir ses ikimizin de kulağına geldiğinde, ikimiz de durduk.
Gözleri gözlerimi buldu. Gözleri öyle güzel ve öyle tehlikeliydi ki... İstemsizce bir adım geriye gittim. Bu gözler belanın ta kendisiydi, bu gözleri görmüştüm.
Korku dolu bir nida daha yükseldi ilerideki boş sınıftan. Sesin korkusu kanıma karıştı ve sınıfa gittim, belanın bize gözüktüğü ilk ânı hafızama kazıdım.
Papatya'nın duvara sinmiş bedeni, kan çanağı sarı hareli ela gözleri, Emre'nin onu sıkıştırmış iri cüssesi... Kapı cereyanla çarptı.
O an, içimdeki Canseza'nın tiz çığlığını duyduğumu hatırlıyorum, öfke ve tiksintiyle yanan tenimi... Matem'in koluma dokunuşunu şimdi bile hissedebiliyorum.
"Şerefsiz," diye haykırmıştım ancak Papatya bana öyle bir baktı ve öyle bir sarıldı ki tüm hakaretler, tepetaklak olan tüm hislerim yok oldu.
"Lütfen," diye yalvardı yaşlı gözleriyle. "Gidelim, Canseza."
"Bu sınıftan çıktığınızda, yaşananlar sadece Emre ve benim aramda kalmış olacak."
Matem'in sesi hepimizin etrafını sardı ve bize bağışlama isteyeceğimiz bir günah bıraktı.
"Gidelim," dedi Papatya. "Kabul, gidelim Canseza."
Matem gözlerini Emre'den ayırmamıştı ama gerisinin çok da bir önemi yoktu. Sanmıştım ki bu şeye hepimiz göz yumduk. Sanmıştım ki her şey bundan ibaret.
Saklı iplerle bağlı günahlarımızı, o iplerden tutup kendimize çektiğimizi anlayamamıştım. Bu sadece ilkiydi.
Acı, Papatya'yı kanatları altına almış ve ölü ninnisini söylüyordu. Duymamak için sağır olmak gerekti, kanatları görmemek için kör olmak gerekti, yaydığı sıcaklığı hissetmemek içinse insan olmamak gerekti.
Dilsiz olmak gerekti, acı veren bunu severdi
Rüzgar esti ve kumral saçları savruldu.
O gün bir ruh, denizin köpüklü ve tuzlu sularında serinlemek isteyecek kadar yanmıştı.
Ve o gün içimdeki Canseza, rüyamda ayaklanmıştı.
"Uyuşturulduğumuzda bize dayatılan günahlar yerine, kendi günahlarımızla cehenneme adım atmayı istemiyor muyuz?"
Hasta bir ruh, buna karar verebilir miydi?
1. Başlangıç Sancısı bölümleri, anı ve tanışmalardan oluşan giriş bölümleridir. Birkaç bölüm sonra asıl ve taklalı bölümlere geçeceğim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DUMAN
General FictionTanrı'm. Ya canımı alırsın, ya bana elini uzatırsın ki o el taşların en kıymetlisi elmastan doğan güneşin sıcaklığını avcuna sıkıştırmıştır. İşlenmemiş, pırlantadan küçük kalbimi koruduğun avcunun sıcaklığını hissetmeme izin ver. Tanrı'm. Donuyorum...