Acı, çoğu zaman, ıstırapların bütünüydü.
Acı, her zaman, kaçınılmazdı.
Acı, kaçmak istediğimiz her şeydi.
Varlığına tutunduğumuz mutluluklarımız bütünün kaybı da acıydı, mutluluğu elde edemeyişimiz de. Mutluluğa ulaşamamak ile kaybetmek arasındaki ince çizgide dolanıp duran ruhlarımız, acıyı da bilirdi, ıstırabı da. Ama onların arasındaki bu farkı çözemezdik.
Acıyı bulmak neydi, acıyla yaşamak neydi?
"Sokakta sürttüğün gibi, evde de bir halta yaraman gerekirdi," diye söylenen annemin sesi mutfaktan geliyordu. Sırt çantamı tek omzuma asarak ona doğru yürüdüm.
"Etütteydim," diye mırıldandım.
"Etütte olmadığını hepimiz biliyoruz Canseza," dedi annem, acımasız doğruluğuyla. Görmezden gelemez miydi? Her zaman yapmıyordum bunu. "Sınav haftan yaklaştığında etütlerin iptal oluyor, kimi kandırıyorsun?"
Elini beline koymuş, mutfak tezgahına yaslanmış beni izliyordu.
Bu sırada içeriden gelen babam da bu tartışmaya ortak oldu.
"Kendin gibi birilerini mi buldun? Neydi o... Papatya. Onu da mı yoldan çıkardın, okulu asıyorsunuz? Orada burada geziyor, gününüzü gün ediyorsunuz?" Sert ve yüksek sesiyle, mutfak kapısında bekliyor ve sıkışmışlık hissimi körüklüyordu.
"Kimseye bir şey yapmıyorum," dedim karşı çıkarak. Boğazımdaki yumru konuşmamı zorlaştırıyordu. "Yemin ederim etütteydim." Değildim. Boktan bir işin içindeydim.
"Bizi kandıramazsın artık," dedi babam öfkeyle. "Üniversite sınavın var, sorumsuzluğunun haddi hesabı yok! Sen ne kadar aptal bir çocuksun böyle. Senin geleceğini biz mi düşüneceğiz? Söyle bana Canseza, seni biz mi düşüneceğiz? Yediğin önünde yemediğin arkadanda. Geceleri sürekli dışarıdasın, çalışıyorum ayağına Bora'yı şahit tutuyorsun, aldığın üç kuruş para..."
Daha fazla dayanamayıp bağırdım. "Üç kuruş paraya muhtaç eden sensin beni! Bu zamana kadar sesim soluğum çıktı mı?" Avazım çıktığı kadar bağırdım. "Söylesene çıktı mı sesim? Oğuz'a yatırdığın paranın bir gıdımını bana koklattın mı?"
Üzerime yürüyerek kolumdan tuttu sımsıkı. Canımı öyle çok yakıyordu ki bu hareketleri, titremeye başladım.
"Oğuz her zaman dersleri yüksek bir öğrenci oldu, benim aptal çocuğum. Senin gibi, sokaklarda ve dersleri düşük, ailesine zerre saygısı olmayan beyinsizin teki değildi! Hiçbir zaman senin gibi serserilikler yapmadı! Kardeşini ağzına alırken, ağzından çıkanı kulağın duysun!"
"Ben aileme saygısızlık mı yaptım?" diye bağırdım yüzüne doğru. "Bana tahammül edemeyen sensin. Bana tahammül edemeyen sizsiniz. Ben sizden zerre bir şey istememek için derslerimi bırakıp çalıştım yıllarca! Ağzımı açıp paranın lafını ettim mi? Sadece sana cevap verdiğim için kaç gün dövdün beni?" Yutkunarak yüzüne baktım. Titreyen dudaklarımın yanı sıra, titreyen bedenim de hiç yardımcı olmuyordu. "Benim gözüm paranızda değil baba. Benim gözüm bana duymadığın saygında, göstermediğin sevginde. Şiddetten kurtulamadığım günleri istemiyorum ben, konuştuğum için dayak yemek istemiyorum baba!"
![](https://img.wattpad.com/cover/256766102-288-k840339.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DUMAN
Tiểu Thuyết ChungTanrı'm. Ya canımı alırsın, ya bana elini uzatırsın ki o el taşların en kıymetlisi elmastan doğan güneşin sıcaklığını avcuna sıkıştırmıştır. İşlenmemiş, pırlantadan küçük kalbimi koruduğun avcunun sıcaklığını hissetmeme izin ver. Tanrı'm. Donuyorum...