O küçük kızdan, şimdiki bana kadar, her zaman... Sevgiyle.
Küçüktüm, büyüyorum.
Toydum, olgunlaşıyorum.
Nasıl oldu bilmiyordum, zihnimin durdurak bilmeden zemini dövüp yarıştığı maratondan aldığı madalyaları sayamamıştım: Kelimeler dudaklarımı parçalar olmuştu.
Sancılarıyla baş edemediğim ruhum, bedenimle bir olmuş izlerin ağrısı olup taştı bedenimden.
Özümde güçlüydüm.
Güçlü olmak zorunda olan acizin tekiydim.
Ruhsal krizlerimi sesine çağıran evimin gürültüsü güçlü bir zincir ördü; hıçkırıklarımı bile yutamadım. Bedenime sarılmış ağır demir halkalar, her şeye öfkeli o canavarı içime hapsetmişti.
Hıçkırıklarımla birlikte, denizde çalkalanan birkaç gemiye dönmüş karabulutlara baktım.
Gece en çok benim, gökyüzü en çok bana aitti. Milyonlarca insanı sarıp sarmalamış, milyarlarca insanı sinesine yatırmış gökyüzü.
Geceyi üzerine örtü bellemiş ruhum yine de korkuyla titremeyi bırakamadı; tırnaklarımı sapladığım avuçlarımdan kanlar aktı.
Hayallerim, zihnime doluşmuş ve ardarda pimi çekilmiş bombalara dönüştü; gürültü ve yıkım bana göz kırptı.
Kapının çarpışı, üzerinde oturduğum yeri titretti. Yediğim dayağın acısı tüm kemiklerime yayıldı, zaman uzaklaştıkça ağrılar yakınlaştı.
Yavaşça titremeye başlayan ellerime raks eden histerik kahkahalarım geceye doğdu; bedenimin kontrolünü kaybetmeme çok az kalmıştı.
Düşün. Düşün. Düşün.
Bilinçli kal.
Bir şey yap.
Çaresizce tırnaklarımı zaten kan gölüne dönmüş avuçlarıma sapladım, dişlerim tüm gücüyle dudaklarıma saplandı.
Acı, dinç tutardı.
Acı, yaşatırdı.
Acı, öldürürdü.
Nefes al.
Nefes ver.
Nefes al.
Nefes ver.
Geçmiş, gecenin zifiri karanlığında bile seçilecek kadar koyuydu. Kafamın içine sızan diş kamaştırıcı uğultusu ve karanlığı, nefeslerimi hızlandırıyordu.
"Ben buradayım," dedi geçmişimin ayak sesleri, gizemli ritmi tutturarak.
Tanıdık gözleri bıçak olup gözlerimi delecek kadar keskin bakıyordu. Bakımsız bakır rengi saçları, kirli yeşil gözleri, kırışmış yaşlı teni... Bana benziyordu; bir aynaya bakıyor ve ölüme elini uzatmış geleceğimi izliyordum.
"Canseza," diye fısıldadı. " Yaşam çok uzun bir yol. Tüm bunları durdurabilirsin. Ölebilirsin."
"Hayır," diye bağırdım. "Hayır, hayır, hayır."
Başım, ruhumun reddettiği ihtimalin acısıyla sağa ve sola sallanıyordu. Ellerim, çenem, dizlerim... Kontrolü eline almış yaşlı kadın tüm bedenimi yaprak gibi savuruyordu.
Elime camlar, porselen biblolar, saat ve birçok eşya değdi; hepsi beyaz parkeye çarpıp son nefesini verdi.
İçimdeki canavar boğazıma tırmandı, dudaklarımı aralayarak gerçek dünyaya kendini gösterdi; yeni doğan bir bebek gibi haykırdı.
Büyük bir şimşek çaktı gökte.
Tik tak.
Ölüm, nefesini enseme üflüyor.
Tik tak.
Ölüm, bana gülümsüyor.
Tik tak.
Şen bir kahkahayla birkaç adım geriden bana bakıyor.
Tik tak.
Ölüm, yanımda.
Tik tak.
Ölüm, elini uzatıyor.
Tik tak.
Ölüm, kayboluyor.
Çığlık çığlığa birkaç kelimeyi tuttum zihnimin girdabında ve havaya savurdum: "Yaşamak istiyorum."
Acının sıcak kucağına doğmuş bir kız çocuğuydum.
Küçük bir katil.
Küçücük bedeniyle şiddetli bir dayağın sonrasında ağlayarak uyuyan, sabah kalktığında kendi yarasını saran.
"Ölümün sesini duyuyor musun? Şahdamarındaki nefesini hisset."
Yaşlı kadının çürük dişleri, buz gibi gülümsemesini eritti.
***
Bir hayal doğurdum kalbimin küçük odasına. Onu emzirdim, onu sevdim, göğsüme dolan her güzelliği ona verdim, başını okşadım ve ona sarıldım.
Bir hayal doğurdum; doğduğum gün onu yaşatmaya yemin ettim. Kalbimi ona verdim, o kalbimi korudu; ben de onu. Bu yüzden ona bir zırh verirsem güvende olur sandım; zırhı alıp kalbimi benden sakınacağını düşünemedim.
Okul yeni başlamış, lisenin son yılını açmıştık.
Yanıma oturan Papatya ve bana uzattığı kahveyle birlikte hafifçe gülümsedim.
"Kahve seversin," dedi o da gülümseyerek. "Yılın ilk kahvesi benden."
Elimdeki karton bardağı refleksif olarak buruşturup elimi yakmamın sebebi, annemin ismini çalan telefonumun ekranında görmemdi. İçimde bir gerginlik kök saldı, bir de gözyaşı fidan verdi.
Onunla ilk temasımız bu şekilde olmuştu; kızaran ve acıyan elimi yıkamak için can havliyle tuvalete koştururken sert bedenine çarpmıştım. İki siyah kuyunun hipnoz yeteneğini o gün keşfettim.
Keşke bu hikaye romantik bir aşktan ibaret olsaydı. Biz yine çarpışsaydık; o, elime baksaydı mesela. Ya da kitaplar toplasaydık, birbirimize odaklansaydık.
Ben, onun tehlike saçan gözlerini ilk gördüğüm anda okuyamamış olurdum. Zemheri saçan duyguları zihnime konuk etmezdim, o da bana sadece gülümserdi.
Eğer tüm bunlar, kaderimize ilkel mızraklarla ve bizim kanımızla kazınmamış olsaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DUMAN
General FictionTanrı'm. Ya canımı alırsın, ya bana elini uzatırsın ki o el taşların en kıymetlisi elmastan doğan güneşin sıcaklığını avcuna sıkıştırmıştır. İşlenmemiş, pırlantadan küçük kalbimi koruduğun avcunun sıcaklığını hissetmeme izin ver. Tanrı'm. Donuyorum...