Bir hayal doğurdum kalbimin küçük odasına. Onu emzirdim, onu sevdim, göğsüme dolan her güzelliği ona verdim, başını okşadım ve ona sarıldım.
Bir hayal doğurdum; yaşattığım hayatı bir gülleye çevirdi. Gülle önce tüm duvarları yıktı; ellerimle ördüğüm ve ona şefkat sıcaklığıyla koruma sağladığım tüm duvarları yıktı.
Hani, bir zırh vermiştim ya ona? Zırhı aldı, gülleyi bana savurdu.
Gözüken her şey, gözüktüğü gibi değildi. Herkes birer duvar örmüş, ardında can çekişirdi.
Derslerime odaklanmaya çalışırdım, gündelik işimden aldığım tüm parayı okuduğum kitaplara yatırırdım, bazen de saatlerce yazı yazardım. Umardım ki hayatım bir gün yolunda gidecek.
İlk dersten sonra bahçede, bir bankta oturuyorduk. Papatya ile son olanları hiç konuşmamıştık. Ne söylemem gerektiğini de, vicdanımın üzerine çökmüş karabulutları da daha kavrayamamıştım; anlamlandıramıyordum. Her şey henüz çok taze ve el değemeyecek kadar sıcaktı.
"Nereye bakıyorsun?" dedi cümlelerini yarıda keserek.
"Efendim?" dedim gözlerimi okula giren Matem'den çekerek. Dağılmış dikkatimi Papatya'ya yönelttim.
Gözlerinin hedefine Matem'i alıp mırıldandı: "Ellerine bak."
Baktım. Kan bulaşmış, beyaz paçavralara sarılmış güzel elleri yara bere içindeydi.
Göz göze geldiğimizde fark ettim ki dünya üzerinde benden daha iradeli ve daha ifadesiz bakan biri varmış. O gün bilemezdim ama şimdi biliyorum, birileri vardı. Acı dolu yardım çığlıklarını yutmuş birileri vardı.
"Şiirler hakkında ne düşünüyorsunuz?" diye sordu yeni edebiyat öğretmenimiz.
Nesrin, Emel, Ahmet söz aldılar. Hoca döndü ve bana baktı. "Sen?" dedi. "Sen ne düşünüyorsun Canseza?"
"Zihin olmazsa şiir doğmaz hocam," dedim masadaki çiziklere bakarak. "Her tür için bunu düşünüyorum. Beslenmiş bir zihin edebiyatı ya da sanatı yaratabilir."
"Ya da zehirlenmiş bir zihin," dedi güzel bir ses, sınıfın en arkasından. "Ölüme yakın ruhlar da güzel işler çıkarır."
Dersten sonra Ferah sınıfa geldi, kıvırcık saçlarını savurarak yanıma oturdu. Papatya kantine gitmişti. Onunla en çok sevdiğimiz şey kitap alış verişi yapmak ve üzerine uzun uzun konuşmaktı. Ferah, birçok sanat akımı ve sanat türünün bilgesi bir kızdı.
"Ben gideyim," dedi gülümseyerek. "Kitap için teşekkürler, öğle arası uğrarım." Kitabı masaya bıraktı ve gitti.
Ferah çıktığında sınıfta çok az kişi vardı.
"İnsanlara böyle garip bakarsan, sana hangi köyün delisi olduğunu sorarlar," dedi Matem. Sesi bana ulaşacak kadar yakındı, sıramın yanındaydı.
"Ama sormadılar," dedim ben de ona karşılık, kaşlarımı kaldırarak.
İlk ikili diyaloğumuz da işte böyle kuruldu.
Öğle arası yanımıza gelen Ferah, aldığı dedikodularla parlayan gözlerini saklayamıyordu.
"Yeni bir çocuk geldi sınıfınıza, Matem, değil mi?" dedi hevesle ikimizin ortasına otururken. Papatya ve ben, birbirimize baktık.
"Evet," dedi Papatya tereddütle.
"Az önce bir kızla konuşuyordu arka bahçede ve kız bizim okuldan değildi. Matem çok inat etti ama kız sadece zorundasın diye diretti." Bana ve Papatya'ya dikkatle baktı. "Siz neden boş vermemi söylemiyorsunuz?"
"Belki de bu sefer bir sorun vardır?" dedi Papatya gözlerini kısarak. "Ama bizi ilgilendirir mi, orasını bilemem."
Evet, bilemezdik.
Bilemezdik ama canımızı da ortaya atmamalıydık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DUMAN
General FictionTanrı'm. Ya canımı alırsın, ya bana elini uzatırsın ki o el taşların en kıymetlisi elmastan doğan güneşin sıcaklığını avcuna sıkıştırmıştır. İşlenmemiş, pırlantadan küçük kalbimi koruduğun avcunun sıcaklığını hissetmeme izin ver. Tanrı'm. Donuyorum...