2 Gün Sonra
Oradan ikinci kaçışımızın ikinci günüydü. Hâlâ ormandan çıkamamıştık. Geçen sefer daha hızlı çıkabilmiştik ama o zaman herkes kendindeydi ve durmadan koşuyorduk.
Hep birlikte benim düştüğüm uçurumun altındaki nehrin yanında mola vermiştik. Çocuklar artık daha kendilerindelerdi. En azından uyanık kalabiliyor, yavaş da olsa adım atabiliyorlardı.
Avuçlarıma doldurduğum suyu önce Deniz'e içirdim. Tekrar avuçlarımı doldurup Umut'un yanına gittim. Suyu içirdikten sonra avuçlarımdaki ıslaklığı gömleğime sildim. Beyaz gömlek artık neredeyse tamamen kahverengi olmuştu.
"Sana ne oldu?" Bana soruyu soran Umut'a baktım. Kendini bir kayaya yaslamış bana bakmaya çalışıyordu.
"Bir şey olmadı, iyiyim ben." Dedim.
Umut hayır anlamında başını salladı. "Hayır," dedi. "Zayıfsın artık, hasta gibisin."
Yutkundum. Hasta olduğum aklıma geldi ve benden aldıkları onca kan. Verdiğim sekiz kiloyu hatırladım sonra. Bakışlarımı kaçırdım, gözlerimin dolduğunu görmesini istemiyordum. Zoraki bir gülümseme yerleştirdim yüzüme. "İyiyim Umut, biraz kilo verdim sadece. Yemekleri o kadar da iyi değildi."
Bu dediğim şeye ben güldüm ama o gülmemişti. İkisi de uyandığından beri beni inceliyordu. O kadar değişmiş olamazdım.
"Kaç aydır uyuyoruz?"
"Üç aydan fazla."
Umut gözlerini sıktı. Elini yüzüne götürmeye çalıştı ama yapamadı. "Uzun zamandır uyuduğunuz için böyle, bir kaç güne toparlarsınız merak etme."Arkamdan Deniz'in ağlama sesini duyunca yerimden kalkıp yanına koştum. Gözleri kapalıydı ama ağlıyordu.
"Hayır!" Dedi. Kollarını savurarak. Uzanıp kollarını tutmaya çalıştım. Ama arka arkaya savurduğu kollarını zaptetmek çok zordu.
"Deniz benim Rüya!"
Deniz'in gözlerinden yaşlar süzülmeye devam ediyordu. Kaşlarını çatmış bağırıyordu. "Hayır yapmayın!"
Bileklerinden tutup ellerini karnına bastırdım. Deniz onu uyandırmaya çalıştığımızdan beri kâbus görüyordu. Onlara ne olduğunu hala anlatamamışlardı. Bizde sormamıştık zaten.
"Deniz kabus görüyorsun. Benim Rüya!"
Deniz birden gözlerini açtı ve doğrulup yüzüme bir yumruk attı. Yüzüme yediğim yumruk ile geriye savruldum. Yüzüm toprak zemine çarparken ağzıma kan tadı gelmişti.
"Rüya?"
Kalkıp Deniz'e baktım. Dudağımdaki kanı gömleğimin kolu ile sildim.
"İyi misin?" Diye sordum.
Deniz gözlerini şaşkınlıkla açmış bana bakıyordu. Kollarını uzatıp bana sarıldı. "Ö-özür dilerim ben-"
"Biliyorum, sorun yok."
Ağlamaya devam ediyordu. "Kabus görüyordun gerçekten önemli değil Deniz."
Deniz gömleğimin kumaşını avuçlarının içinde sıktı ve ağlamaya devam etti. Kendimi ondan uzaklaştırdım. "Nasılsın?"
Gözlerini benden çekip etrafı inceledi. "Neredeyiz?"
"Ormandayız, oradan tekrar kaçtık."
Deniz gözlerini bana çevirdi. Hiç bir şeyi hatırlamıyordu. Buraya nasıl geldiğini bile bilmiyordu.
"Nasıl?"
Omuz silktim. "Bir şekilde oldu işte, şimdi kendinizi hemen toparlamanız gerekiyor. Yoksa tekrar yakalanacağız."Umut'un arka tarafından gelen Daniel'ı gördüm. Üzerindeki gömleği çıkarmış siyah tişörtü ile kalmıştı. Gömleğini bir torbaymış gibi tutuyordu. Nehrin kenarına oturup gömleği açtı. Biraz meyve toplamıştı. Teker teker nehre sokup yıkamaya başladı. "Şehre çıkana kadar idare etmeliyiz, zaten başka çaremiz yok şuan."
Yanına oturup yardım ettim. Yüzüme baktığı zaman kaşlarını çattı.
"Dudağına ne oldu?"
Elim istemsizce dudağıma gitti. Dokunduğum zaman acı ile gözlerimi kıstım. "Taşa takılıp düştüm, bu hasta ayakkabıları burası için hiç uygun değil."
Daniel elini suya soktu ve daha sonra dudağımdaki kanı temizledi. Canımı acıtsa da soğuk su sızısını biraz almıştı.
Hepsini yıkamayı bitirdikten sonra Daniel biraz alıp Umut'un yanına gitti ve ona kendi elleri ile yedirmeye başladı. Umut ona kaşlarını çatarak bakıyordu. Bu görüntüye gülmek istedim ama yapmadım.
Daniel'ın getirdiği meyvelerin çoğunu tanımıyordum. Teker teker Deniz'e yedirmeye başladım. Meyve onlar için iyi olacaktı.
Deniz'e yedirdikten biraz biraz da kendim yedikten sonra ellerimi yıkadım.
"Saat öğlene geliyor olmalı, güneş iyice yükseldi." Daniel gökyüzüne bakıyordu. Güneş sabahkinden daha çok ısıtmaya başlamıştı. Bakışlarını bana çevirdi. "İlerlememiz gerek, bugün buradan çıkmalıyız."
Ayağa kalktım, Deniz'i kolundan tutup kaldırdım. Yüzünü yıkadığım zaman kabusun etkisinden çıkmıştı. Yokuştan çıkıp ormanın içine doğru yürümeye başladık.---
Akşam saatlerine doğru ormandan çıkabilmiştik. Peşimizde geçen seferki gibi ne askerler vardı, ne de bombalar atılmıştı. Melissa'nın aklından ne geçtiğini tahmin edemiyordum. Onu düşünmek de istemiyordum. Şehri görene kadar yürümek zorundaydık.
"Günlük bir işe girip para bulmam lazım," dedi Daniel.
"Bende çalışabilirim."
"Olmaz Rüya, senin Deniz ve Umut'un yanında kalman lazım."
Dediği şeyi onaylamak zorunda kaldım. Daniel'ın omuzlarına çok fazla yük bindirmiştik. Onu görmediğim bir ayda ona ne yaptıklarını bilmiyordum. Bunu düşünmek bile içimi korkuyla kaplıyordu. Ben sadece uzanırken üçüne ne olduğunu düşünmekten kafayı yiyecek konuma gelmiştim ve en sonunda düşünmeyi bırakmıştım. Şimdi o zamanki halime geri döndüm. Düşünmeden duramıyordum.---
Kaç dakikadır olduğumuz yerde donuk bekliyorduk bilmiyorduk. Öylece yolun ortasında durmuş etrafı seyrediyorduk. İzlemekle yetiniyor, yerimizden bile kıpırdayamıyorduk. Şaşkınlığın verdiği duygu yoğunluğu bütün kaslarımı kilitlemişti. Deniz onun elini tutan elimi sıktı. "Neler... Oluyor?"
Ona cevap veremedim. Bu duruma Daniel bile cevap veremezdi.Daniel'ın evinden uzağa şehir merkezine gelmiştik. Burada kolay iş bulabileceğini düşünmüştü. Ama şehir artık yerinde yoktu. Bomboş ve yıkılmak üzere olan gökdelenler, yerinden kalkmış asfalt yığınları. Adım başı Amerikan askeri ve her yerde gezen panzer ve tanklar. İnsanların yüzleri üzerleri toz ve kir içindeydi. Bildiğim kadarı ile Boston zengin bir şehirdi. Bu hali olması gerekenin tam tersiydi.
"Bu mümkün değil." Dedi Daniel. Kaşlarını çatmış her yeri inceliyordu. Nefes alış verişlerimi dizginlemeye çalıştım. O sırada yabancı bir adam bize doğru yaklaştı.(Bundan sonraki yazım Türkçe olacak ama karakterler hikayede başkaları ile ingilizce konuşuyor olacak.)
"Muhtaç mısınız?" Diye sordu kısa boylu kilolu adam. Kafası keldi ve diğer herkesten farklı olarak üzeri daha temizdi. Söylediği kelimeyi tam olarak anlayamamıştım. Kaşlarımı çattım.
"Yardıma ihtiyacınız var mı?" Diye değiştirdi sorusunu. Sevinçle başımı salladım. "Evet."
Daniel Umut ile birlikte benim önüme geçti. "Kimsin sen?"
Adam önce Daniel'a baktı, sonra gözleri Umut'a kaydı. Kolundaki yeşil armayı gösterdi. "Yardıma ihtiyacı olanlara yardım ediyoruz. Zor durumda görünüyorsunuz, size yemek ve temiz kıyafet sağlayabiliriz."
Az önce heyecanla evet dediğim adamdan Daniel'ın hareketlerinden sonra şüphelenmiştim. Ortalığın haline bakılacak olursa kim neden başka birine yardım etsindi?
"Benden korkmayın, bizler bu düzene karşı çıkıyoruz ve muhtaçlara yardım ediyoruz. Merkezimiz hemen arkada, lütfen gelin."
Eliyle arka taraftaki büyük binayı işaret etti. Tabelasında "Ücretsiz yemek ve kıyafet" yazıyordu.
Daniel arkaya dönüp bize baktı. "Kıyafet ve yemek aldıktan sonra ayrılacağız." Dedi bizim dilimizde. Adama tekrar dönüp başını salladı. Adam bize gülümsedikten sonra yürümeye başladı ve bizde onu takip ettik.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YERALTI HAPİSHANESİ
AdventureFBI'nun kurduğu söylenen, kimsenin yerini bilmediği Amerika'da bir yeraltı hapishanesi. 12-25 yaşları arasında suçlular bu hapishanelerde tutulur. 25 yaşına gelenler hapishaneden götürülür ve bir daha haber alınamaz. Fakat garip bir durum va...