TÜNEL

1.9K 134 4
                                    

Daniel ile birlikte yavaşça havuza girdik.
"Uzun süre nefesimizi tutabilsek de bu sefer hızlı olmamız gerekiyor. Oldukça hızlı."
Daniel tamam anlamında kafasını salladı. Diğerlerine son bir kez baktım. Derin bir nefes alıp suya daldım. Hızlı bir şekilde pencerin olduğu yere yüzüyorduk. Su tuzlu olmadığı için dibe kolayca ile ilerleyebiliyorduk. Pencerenin yanına geldiğimizde açmaya çalıştım ama işe yaramadı. Daniel beni yana çekti ve pencereyi bir çekişte açtı. Su içeri dolmadan hemen içeri girdik. Daniel girdikten sonra pencereyi hemen kapattı. Umut ile pencereyi açtığımızda içeri çok fazla su dolmuştu ama şimdi ayaklarınızın dibindeki su haricinde bomboştu.
Pencereden yukarıya baktım. Diğerleri görünmüyordu. Su çok temiz değildi çünkü.
"Ben önden gideyim, arkamda kal ve yanımdan sakın ayrılma." Cevap beklemeden önümden geçip dikkatli bir şekilde ilerlemeye başladı. Tünel veya koridor her neyse çok dardı. İki kişi yan yana yürüyemezdi. Feneri açtım, çalışıyordu. Tulumumun kolundaki bıçağı elime aldım ve sıkıca kavradım. Yavaşça ilerliyorduk. Hafifçe dudaklarımı yaladım. Ondan korkuyordum, belki de beni burada öldürecekti.
"Kaç yaşındasın?" Daniel omuzunun üzerinden bana baktı.
"Senden büyüğüm."
"Türkiye de mi yaşıyordun?"
"Hayır."
"Türkçeyi nasıl bu kadar iyi konuşuyorsun?"
"Çünkü babam Türk ve 5 yıl Türkiye de kaldım."
"Ne kadar zamandır buradasın?"
"Bir kaç yıldır."
"Neden buradasın?"
"Neden bu kadar çok soru soruyorsun?" İkimiz de olduğumuz yerde kalıp birbirimize baktık. Derin bir nefes aldım.
"Sana güvenebilir miyim diye düşünüyorum. Ama bu düşünce bana saçma geliyor."
İç çekti kollarını iki yanına saldı
"Dinle, Melissa denen o kadını buraya girmeden bir kaç defa gördüm. Annemin arkadaşı gibi bişeydi. Burada olduğunu görünce sorgulamaya başladım. Neden buraya geldiğimi, buranın ne olduğunu, bize ne yapacaklarını."
Tam olarak gözlerinin içine bakıyordum. Ablam zamanında birinin tam olarak gözlerinin içine bakarak konuşursam o kişinin bana kolay kolay yalan söyleyemeyeceğini söylemişti.
"Sence bize ne yapacaklar?"
Omuzlarını silkti
"Bilmiyorum ama iyi şeyler yapmayacakları kesin."
Yolumuza devam ettik. Oldukça uzun bir tüneldi ve fazla sıcaktı. Tulumumun fermuarını biraz açtım. Yanıma toka almalıydım. Saçlarımı sağ omuzumda topladım.
Daniel tulumunun üst kısmını çıkarttı ve üzerindeki siyah atlet ile kaldı. Yukarısı soğuk olmasına rağmen burası çok sıcaktı. Feneri tavana tuttum. Kamera olabilirdi.
"Bu hapishanenin hiç bir yerinde kamera yok."
Kaşlarımı çattım
"Neden?"
"Bir sebebi varsa bile bilmiyorum." Adım başı asker vardı. Ama havuzun yakınlarında yoktu. İşin burası daha tuhafdı. Biraz daha ilerledik. Koridorun sonuna geldik. Büyük bir alana çıktık.
"Burada hiç bir şey yok." dedim ve kollarımı saldım. Bıçağı sıkmaktan elim acımıştı.
"Bilemeyiz, arkamdan gel," dedi Daniel. Yavaş adımlar ile ilerliyorduk. Karanlıktı ama tepede cılız florasanlar vardı. Bir tane kapıyı açıp içeriye girdik. Yine geniş boş bir alana çıktık. Karşımızda dört tane kapı vardı.
"Sence hangisi?" diye sordu. Biraz teori üretmeye çalıştım. Çoğu kişi ya ortadakilerden birini seçerdi ya da en sondakini. En baştakini seçen çok fazla olmazdı.
"Bence en baştaki, sol taraf."
"Bence de."
Kapıyı açıp içeriye girdik. Ofis gibi bir yerdi. Masanın üzerinde bir kahve bardağı vardı. Gidip bardağı elime aldım. Sıkcaktı. Birileri daha yeni buradaydı.
"Daniel, buraya gel"
"Efendim" diyerek yanıma geldi.
"Bardak sıcak, demin burada birileri varmış."
Daniel feneri tavanın köşelerine tuttu. Kamera yoktu. Uzaktan bir yerden ayak sesleri gelmeye başladı. Daniel kolumdan tuttu ve masanın altına gizlendik. Saniye farkı ile kurtulmuştuk. Biz masanın altında gizlendikten hemen sonra içeriye girmişlerdi. Birileri konuşarak sağdaki kapıdan içeriye girdiler.
Masanın altından çıktık.
"Ne konuştular?" diye sordum.
"Havuz seviyesinin azaldığını ve oradaki bir kızın hücreye atıldığını konuşuyorlardı."
"Ne? Gökçe mi yoksa?"
"Bilmiyorum, hangisi olduğu söylemediler."
Daniel sağ kapıya doğru gitti. Kolundan tuttum.
"Dur! Oraya girdiler. Biz buraya gidelim."
Sol taraftaki kapıdan içeriye girdik. Bir Laboratuvara girmiştik. Büyük tüplerin içinde beyin, insan kafası, bebek fetüsleri ve mavi renkli sıvılar vardı. Bebek fetüslerin olduğu tüplerin yanına gittim. Elimi tüplerden birinin üstüne koydum. Hareket ediyordu. Bebek fetüsü hayattaydı.
"Bunu neden yapıyorlar." hem korkuyordum, hem de merak ediyordum.
"Rüya, bu..." Daniel'in göstertiği yere gittim. Az kalsın çığlık atacaktım. Son anda elimi ağzımın üzerine bastırdım.
Daha büyük bir düzine tüpün içinde insanlar vardı. Yaşıyorlar mı? Yoksa ölüler mi belli olmuyordu. Mavi şeffaf bir sıvının içinde, ağızlarında maske ile iç çamaşırları ile tüplerin içindeydiler. Gözleri iri bir şekilde açıktı ama ölü gibi hiç bir şeye bakmıyorlardı. Korkum daha da büyüdü. Sonum, sonumuz böyle olamazdı. Bu kadarını hiç kimse haketmiyordu. Ellerim buz kesmişti ve titriyordu.
"Bize de mi böyle yapacaklar?"
Daniel cevap vermedi.
"Gidelim Daniel, bizi görürlerse aynısını bize de yaparlar. Lütfen çıkalım buradan."
Güldü.
"Gitsek de ne değişecek? Sonumuz bu. Kaçış yok."
"Bir çözümü vardır mutlaka. Olmalı."
Kolundan çekiştirdim. Zor da olsa laboratuvar dan çıkardım onu. Ofisten geçip dışarıya çıktık. Gözlerim dolmuştu. Ağlayamıyordum ama gözlerim doluyordu. Ofisin kapısının yanındaki kapıya doğru ilerlerdim. Elimi kapının kulpuna koyup yavaşça kapıyı açtım birden bir gürültü koptu.
"Rüya çekil!"
Daniel beni kenara savurdu. Kendisi olduğu yerde yere düşmüştü. Kafamı yere vurmuştum. Açıyordu ve sanırım kanıyordu.
"Bu neydi böyle?" tulumumun kolu ile alnımın kenarındaki kanı sildim. Kafamı tutarak ayağa kalktım.
"Sen iyi misi- Daniel!"
Yerde kıvranıyordu. Yanında bir bıçak ucu vardı. Omuzuna bıcak saplanmıştı. Beni kurtarıp kendi yaralanmıştı. Hemen yanına oturdum.
"Ne oldu sana böyle? Ne kadar kesti?"
Kesik kesik nefesler alıyordu. Durumu gerçekten hiç iyi değildi.
"Tuzak varmış." Elimi bıçağın üstünde gezdirdim
"Ne yapacağız?"
Kapıyı hızla açıp koşarak önünden çekildim. Aynı tuzak bu kapıda da vardı. Diğer kapıyı da aynı şekilde açtım. Burası tamamen boştu. Tepede bir pencere ve köşedeki dolaptan başka tamamen boş ufak bir odaydı.
Tekrar Daniel'in yanına döndüm
"Şimdi seni oraya taşıyacağım. Canın yanabilir ama olabildiğince sessiz olman gerekiyor." kafasını evet anlamında salladı. Koltuk altlarından tutarak boş odaya sürükledim ve bir köşeye yatırdım. Bu benim için hiç kolay olmamıştı çünkü fazlasıyla ağır biriydi. Ayak sesleri gelmeye başladı. Kapıyı aralayıp dışarıya baktım. Az önce ofise girenler geri gidiyordu. Daniel'in yanına döndüm.
"İyi misin?"
"Bıçağı çıkarman gerekiyor." Gözlerimi açıp ona diktim.
"Olmaz, çok fazla kanaman olur." Daniel gözlerini bana dikti.
"Büyük bir bıçak değil, yapmazsan daha kötü olur." Ellerim titremeye başladı. Biraz yutkunmaya çalıştım.
"Bekleyelim biraz, gitsinler." Kapıya yaklaştım ve dışarıyı kontrol ettim.
Gittiklerinden emin olduktan sonra Daniel'in yanına çömeldim. Derin bir nefes aldım.
"Haydi Rüya,"
"Bekle biraz! Her zaman birilerini vücudundan bıçak çıkarmıyorum." Biraz daha geriye gidip atletimi çıkarttım ve tulumumun önünü kapattım. Bir elim ile bıçağı sıkıca kavrayıp diğeri ile omuzuna bastırdım.
"Hazır mısın?" Dedim. Bir sey demenden başını salladı.
"Üç deyince," dedikten sonra saymaya başladım.
"Üç!" Bıçağı bütün gücümle çektikten sonra elimdeki atleti yaraya bastırmaya başladım. Daniel dişlerini sıkıyor, ve derin derin nefes alıyordu. Yüzü kıpkırmızı olmuştu.
"Özür dilerim, iyi misin?"
"Evet." Dedi inleyerek.
Atleti hafifçe kaldırarak yaraya baktım. Fazla derin olmadığını görünce rahatlayarak gözlerimi kapattım.
Terlemeye başlamıştı, elimi alnına yerleştirdim. Ateşi yoktu. Atleti yırtıp omuzuna sardım ve güzelce düğüm attım. Geriye gidip sırtımi duvara yasladım. Yaşadığım adrenalin beni yorgun düşürmüştü.
"O gün o ofisteydin."
Gözlerimi Daniel'e diktim, kaşlarını çattı.
"Neden oradaydın? Ayrıca o kadın ile oldukça rahat konuşuyordun."
Yerinden doğrulmaya çalıştı ama onu geri yatırdım.
"Bazı şeyleri öğrenmek için bazen düşmanın kılığına girmen gerekir."
İç çektim. Neye inancağımı, neye güveneceğimi artık kestiremiyordum. Her şey ve herkes o kadar iç içeydi ki.
Göz kapaklarıma bir ağırlık çökmeye başlamıştı. Uykum geliyordu ama uyumamalıydım.
Beni ürküterek kendime getiren şey dışarıdan gelen ayak sesleriydi. Hızla yerimden kalkıp kapıya gittim. Aralayıp dışarı göz attım. Buraya doğru geliyorlardı! Telaşla kapıyı kapattım. Ne yapacaktık şimdi? Dolap! Hızla dolabın kapağını açtım. Çok küçüktü. Dolabı itip yan durmasını sağladım. Hemen Daniel'i kaldırmaya çalıştım.
"Acele etmeliyiz buraya geliyorlar."
Koltuğunun altına girip dolabın arkasına oturttum. Ben de yanına oturup kenardan kapıya bakmaya devam ettim. Ayak sesleri git gide yaklaşıyordu. Bulunmamak için içimden dua ederken korkum midemi bulandırmaya başlamıştı.

---

"Daha iyi misin?" diye sordum Daniel'a,
Oturuşunu düzeltti
"Biraz."
"Yaran daha iyi görünüyor, hemen sardığımız için mikrop kapmadı."
"Teşekkür ederim."
"Önemli değil."
Sargıyı geri sardıktan sonra bezin ucunu kopartım ve ufak bir düğüm attım.
"Sessiz olmalıyız."
Daniel'in koluna girdim ve odadan çıktık. Onu duvara yasladıktan sonra etrafa bir göz attım. Kimse yoktu.
"Acele edelim." diye fısıldadım. Hızlı adımlar ile havuza giden pencerenin olduğu koridora gittik. Pencerenin yanına geldik. Koridor dar olduğu için Daniel arkamda duruyordu.
"Şimdi pencereyi açacağım. Hızlı olmamız gerekiyor. Canın yanabilir ama dayanmak zorundasın."
Kafasını salladı.
"Bir... İki... Üç!" hemen pencereyi açtım ve hızlıca havuza girdik. Daniel'ın kolundan tutup yukarıya doğru yüzmeye başladım. Ağırdı, hem de çok. Etrafı inceledikten sonra havuzdan çıktık ve Daniel'in yatakhanesine gittik.
"Ben dışarıda bekleyeyim sen üzerini değiştir."
"Gerek yok, arkanı dönsen yeter."
Ondan uzaklaştım ve arkamı döndüm. Üzerini değiştirirken zorlanmıştı. Bir kaç kere acı dolu inlemişti. Çok acıyor olmalıydı.
"Bitti mi?"
"Evet."
Daniel yatağa yattıktan sonra üzerini örttüm. Saate baktım. Yemek saatinin bitmesine yirmi dakika vardı. Yemekhane de olmalılardı.
"Bizimkiler yemekhane de olmalılar. Sana yemek getireceğim."
Hızla yemekhaneye doğru ilerledim. Umut ve Gökçe ben içeri girer girmez yanıma koştular. İkisine de sarıldıktan sonra yemek alıp bir masaya geçtim. Gökçe meraklı gözler ile bana bakıyordu
"Neler oldu? Daniel nerede?"
"Anlatacağım ama önce yemek yemem gerekiyor. Çok fazla açım."
Hızlı hızlı yemeğimi yedim. Bir yemek tabağı daha aldım. Dışarı çıkarken görevli durdurdu. Tabağı nereye götürdüğünü soruyordu. Sinirle dişlerimi sıktım. "For a sick friend. (Hasta bir arkadaş için.)" Cevabı söyledikten sonra yemekhaneden çıkıp Daniel'ın yanına gittim. Yemeği ona verdim.
Umut nefes nefese yanımıza geldi.
"Neler oldu anlatacak mısınız? Daniel'ın omuzu neden bu halde?"
Derin bir nefes alıp onlara olanları anlattım. Labaratuvar da gördüğümüz her şeyi.
"Amaçları ne?"
Gökçe'nin sesi titriyordu.
"Bilmiyoruz." Gözlerimi Gökçe'ye diktim.
"Hücreye Deniz mi atıldı?"
Gökçe elini omuzuma koydu.
"Evet, iki gündür orada ama bugün çıkar herhalde."
Bir iki saat Daniel ile ilgilendikten sonra kendi yatakhaneme gidip yatağıma uzandım.
Ve sanırım gözlerimi kapar kapamaz uyumuştum...

İnstagram: Fatmanur_Klksz
Sorularınız ve hikaye hakkında merak ettikleriniz için
Ask.fm: ftmnr_klksz

YERALTI HAPİSHANESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin