10 ocak 1998
Mutfağa gidip bir bardak su içtim. İçeriden, Bernard'ın ofisinden bağırışma sesleri geliyordu. Bardağı tezgaha bırakıp hızlı adımlar ile Bernard'ın ofisine doğru ilerledim.
"Anlamıyor musunuz? Çok tehlikeli!" Kapıda durdum. İçeriye girmedim, sinirliydi.
"Bu ilacın formülünü size vermeceğim! Ve en kısa sürede onu imha edeceğim!"
Konuşmalar kesildi. Telefonu kapatmıştı. Hemen içeriye girdim
"Hayatım? Bir problem mi var?" masasının arkasındaki koltuğa oturmuş elini alnına dayamıştı. Yanına gittim
"Sorun nedir?" ellerimi omuzlarına yerleştirip onu rahatlatmaya çalıştım.
"Sana bahsettiğim ilaç, bir şekilde öğrenmişler. Formülü istiyorlar. Bir hata sonucu ortaya çıktığını defalarca anlattım ama..." alt dudağımı dişledim.
"Bir şeye anlam veremiyorum, nasıl hata sonucu ortaya öyle bir ilaç çıkar?"
"Bazı kimyasallar onlara karşı kimyasallar ile bir araya geldiklerinde tuhaf reaksiyonlara girebiliyorlar. Bir anlık dalgınlığımın sonucu bütün dünyaya patlayabilir." kaşlarımı kaldırdım
"Bütün dünya mı?"
"Evet, bu ilaç birinin eline geçerse o kişi bütün dünyanın gücüne sadece bir kaç günde sahip olabilir," bütün dünyanın gücü. Elini karnıma yerleştirdi
"Ama merak etme, o formülü hemen imha edeceğim. Sen ben ve kızımıza bir zarar gelmeyecek. İki ay kaldı değil mi doğmasına?" Ben de elimi karnımda gezdirdim
"Evet, iki ay sonra kucağımızda..."---
Bodrum kata, Bernard'ın labaratuvar'ına indim. İlacı burada bulabilirdim belki. İlaç tüplerini kontrol etmeye başladım. Bernard'ın gelmesine daha çok vardı. İşimi rahat rahat halledebilirdim. Tüpleri tek tek inceledim ama hiç birinde bir şey yoktu. Yarım saatlik aramanın ardından müthiş bir bel ağrısıyla yukarıya geri çıkmaya karar verdim. Hamilelik bu gibi durumlarda çok kötü bir hale geliyordu. Geri giderken ayağımın altındaki parke içeriye çöktü. Yere eğildim. Yine mi yıpranmıştı bunlar? Parkenin kenarını tuttuğunda yukarıya kalktığını fark ettim. Parkeyi tamamen kaldırdım. Metal bir kutu vardı. Hemen kutuyu elime aldım ve açtım. İçinde mavi renkli sıvı bulunan bir tüp vardı. Üzerinde "Tehlikeli-İmha edilecek." yazıyordu. Kesinlikle buydu ilacı aldım ve kutuyu kapatıp yerine koydum. Tüpteki ilaçtan bir damla alıp makineye damlattım. Bir kaç dakika sonra formül bir kağıda yazılmış olacaktı. Sabırsızlıkla beklemeye başladım.
"Haydi, haydi. Çabuk ol lütfen..." arada geriye bakıp girişi kontrol ediyordum. Bernard genelde bu saatte gelmezdi ama belli olmaz, gelebilirdi de. Kağıt yavaş yavaş çıkmaya başladı. Kalp atışlarım hızlanmaya başladı. Fazla heyecanlanmamalıydım, bebeğe zarar gelebilirdi. Derin derin nefes alarak kendimi sakinleştirdim. Kağıt tamamen çıktığında onu elime aldım.
"Sonunda benimsin!" tüpü geri yerine koydum ve bir bez ile dokunduğum yerleri sildim. Parmak izimin kalmasını istemiyordum, Bernard'ın işi belli olmazdı. Kağıdı katlayıp sütyenimin içine sıkıştırdım. Yukarıda saklayacak bir yer bulurdum.
"Bir şey mi arıyordun hayatım?" Bernard? Hemen geriye döndüm. Bernard gelmişti.
"Eee ben, şey arıyordum. Ağrı kesici! Yukarıda bulamadım da, belki burada vardır diye düşündüm," iki dakika daha erken gelseydi ne yaptığımı görürdü. Şükürler olsun ki görmemişti.
"Fazla ağrı kesici içmemelisin, iyi bir şey değil bu."
"Ama ağrılarım çok arttı bugün," çekmeceyi açtı ve içinden bir ilaç çıkardı. Yanıma gelip ilacı bana verdi
"Al bunu," ilacı aldım
"Çekmeceye bakmayı es geçmişim, teşekkürler," Bernard alnımdan öptükten sonra merdivenlere yöneldim. Merdivenleri çıkarken arkama göz attım. Parkeyi kontrol ediyordu.
Bernard Gorby, sen kendi karına dahi güvenmiyorsun...---
Günümüz
"Wake up! (Uyanın!)" yavaş yavaş gözlerimi açmaya başladım. Gözlerimi ellerim ile kaşıdıktan sonra oturuşumu düzelttim. Daniel karşı duvarın köşesinde oturur pozisyonda hala uyuyordu. Görevli ikimize de birer bardak su bırakıp gitti. Anlaşılan bize yemek vermeyeceklerdi. Kendi bardağımı alıp suyun yarısını içtim. Daniel'ın bardağını ondan uzak bir köşeye koydum, belki ayağı falan çarpardı. Kendi bardağımı yanıma bırakıp etrafı izlemeye başladım. Geçen buraya geldiğimde ışıkları açmışlardı, şimdi neden açmıyorlardı? Saat kaçtı acaba... Acıkmıştım biraz sanırım. Daniel da o sırada uyanmaya başladı.
"Omuzun nasıl?" Gözlerini ovuşturup bana baktı.
"Ha? Omuzum mu? İyi durumda," yanına yaklaştım
"Bakabilir miyim?"
"Olur," omuzunu yavaşça açtı. Atletinin omuzunu aşağıya çektim ve sargıyı hafifçe kaldırdım ve yaraya göz attım.
"İyi ama dikiş atılabilseydi keşke, nasıl olsa öğrendiler oraya indiğimizi." Omuzunu örttü.
"İyileşir gerek yok,"
Bardağını alıp ona uzattım
"Yemek vermediler, sadece su verdiler."
Bardağı elimden alıp biraz içti
"Biliyorum, daha önce çok geldim buraya." Kafamı salladım ve yerime geçtim.
"Sence bize ne yapacaklar? O tüplerin içine girmeyiz değil mi?" Kafasını salladı
"Bilmiyorum, ama yirmibeş yaşına gelenlere yapıyorlar bunu sanırım. Eğer dört yıl içinde buradan çıkmazsam bana da aynısı olacak sanırım."
"Yirmibir yaşındaydın değil mi?"
"Evet."
"Bugüne kadar neden yaşını bana söylemek istemedin?"
"Aranızda en büyük benim, garipsersin diye düşündüm. Bir de yaşım o kadar önemli miydi?"
"Değildi galiba,"
Parmaklarımı yere vurup ritim tutmaya başladım.
"Bir karar verdim," dedim. Daniel oturuşunu düzeltti ve tüm vücudunu bana dönerek karşı karşıya olmamızı sağladı.
"Ne kararı?"
"Buradan çıkacağım." Daniel güldü. Kaşlarımı çattım "Neden güldün?"
"Zaten bizim de amacımız bu değil mi?"
"Öyle değil, ne olursa olsun buradan çıkacağım. Herşeyi yaparım bunun için, gerekirse adam bile öldürürüm."
Tek kaşını hafifçe kaldırdı
"Sen mi adam öldüreceksin?" dedi.
"Evet," ayağa kalktı. Eliyle ayağa kalkmamı işaret etti ve bende ayağa kalkıp karşısına dikildim.
"Vur bana," dedi. Kaşlarımı çattım "Ne?"
"Vur dedim, seni kontrol edeceğim." Sağ elimi yumruk yaptım ve karnına bir tane geçirdim. Hafif bir sarsıntı haricinde kımıldamadı. Eliyle tekrarlamamı işaret etti. Tekrar vuracaktımki yumruk yaptığım elimi durdurdu.
"Sadece yumruğunla vuruyorsun, sağlam bir vuruş için tüm kol gerekli." Kolumu duruşunu düzeltti
"Gücü tüm kolunla kullan, tek başına el hiç bir işe yaramaz." Dediğini yapıp kolumu düzelttim. Tüm kolumu kullanacaktım. Bunu aklımda tutarak daha kuvvetli bir yumruk attım. Bu sefer geriye doğru sendeledi.
"Daha iyi."
"Buradakilerin silahları var, yumruk onlarda işe yaramaz,"
Yere eğilip bardağı aldı ve kalan suyu içti. Bardağı bana uzattı. Bardağı elime aldıktan sonra
"Ne yapacağım bunu?" dedim.
"Silah gibi bana doğrult ama sıkı tut,"
Dediğini yaptım. Çevik bir hareketle bardağı elimden alıp beni yere yapıştırdı.
"Nasıl yaptın bunu? Bana da öğret,"
"Babam polisti, o öğretti. Şimdi tekrar bardağı silah gibi bana doğrult," tekrar bardağı silah gibi ona doğrulttum.
"Dikkatli izle. Sana silahı doğrultan kişi büyük ihtimalle sağlaktır. Sol taraftan sol elinle silahı iterken, aynı yandan sağ taraftan kolunu itip onu kendine çekeceksin ve ayağına çelme takacaksın. Solaksa tam tersi. Ondan sonra suratına tekmeyi geçirirsen yeterince zaman kazanırsın." Dediklerini yavaşça gösterdi.
"Bende deneyebilir miyim?" elimden bardağı aldı ve bana doğrulttu. Gösterdiklerini onda denedim. Fakat Daniel benden önce davranıp elimdeki bardağı almıştı.
"Çok yavaşsın Rüya, biraz daha hızlı. Adam hangi ara yaptığını anlamamalı." Derin bir nefes aldım. Daha hızlı olmalıyım...
Aynı hareketleri daha hızlı yapıp Daniel'i kendime çektim ve ayağına çelme takıp yere düşürdüm. Suratına tekme atmak için ayağımı kaldırdım. Hemen yüzünü çevirdi
"Dur!" kolunu bıraktım ve güldüm.
"Gerçekten sana vuracağımı düşünmedin değil mi?"
"Bir an düşünmedim değil." Ayağa kalktı ve üzerini düzeltti.
"Bir gecede ne oldu sana?"
Tekrar yere oturdum. Oturmaktan kalçam uyuşacaktı."Çünkü kararlıyım. Çünkü artık korkmayacağım. Çünkü o kadının ailemi öldürmesine izin vermeyeceğim!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YERALTI HAPİSHANESİ
AdventureFBI'nun kurduğu söylenen, kimsenin yerini bilmediği Amerika'da bir yeraltı hapishanesi. 12-25 yaşları arasında suçlular bu hapishanelerde tutulur. 25 yaşına gelenler hapishaneden götürülür ve bir daha haber alınamaz. Fakat garip bir durum va...