"Will it hurt? (Acıtacak mı?)
Kafasını hayır anlamında sallayıp gülümsedi. Başımı diğer tarafa çevirip gözlerimi sıkı sıkıya kapattım. Sadece bir saniye sürmüş, acımamıştı. Sedyeden inip revirden çıktım. Bileğimdeki bandaja baktım. Yine becerememiştim ölmeyi. Önceden olduğu gibi.
Oldukça uzun olan koridorda yürümem uzun sürmüştü. Koridorun sonundan bağırışmalar geliyordu. Bağırışmalar oldukça hiddetliydi ve buraya yaklaşıyordu. Bana bulaşmamaları için kolonun arkasına saklandım. Bir kadın ve bir erkek.
"He is dead! Are you understand me? (O öldü! Beni anlıyor musun?)
"I know, ınstead we have to find someone else without counting. (Biliyorum, sayım yapılmadan yerine başka birini bulmamız gerekiyor)"
Başka birini mi bulmaları gerekiyor? Biri ölmüştü ve yerine birini koyacaklardı. Fakat ne sayımından bahsediyorlardı ki?
"Professor should not learn. (Profesor öğrenmemeli)"
"Okay, I'am take care of this. (Tamam, bununla ilgileneceğim.)"Konuşma kesilmişti. Sanırım konuşacaklarını bitirmişlerdi. Profesör kimdi? Burada neler dönüyordu? Başımın belaya girmesini istemiyordum. Adımlarmı ters yöne çevirip yürümek istemiştim ama buna engel olunmuştu. Biri kolumu tutuyordu. Kafamı çevirip baktığımda kar maskeli, üzerinde askeri kıyafet olan oldukça heybetli bir adam kolumu tutuyordu. Arkasından esmer bir kadın çıktı. Bana şüpheli gözler ile bakıyordu. Kaşlarını çatarak bana yaklaştı
"Are you listening to us? (Sen bizi mi dinliyordun?)"
Kafamı hayır anlamında salladım. Kadın iç çekti. Adamın kulağına birşeyler fısıldadı. Adam birden iki elimi sırtımda birleştirerek beni itmeye başladı. Kolumu oldukça fazla sıkıyordu ve bu canımı acıtıyordu.
"Nereye götürüyorsun beni?"
Adam Türk değil ki. Beni anlayamazdı.
"Konuşma, sadece yürü!" şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım. Adam Türk'tü. Uzunca bir koridor yürüdükten sonra iki kat merdiven indik. İndiğimiz yer fazlasıyla karanlıktı. Tek aydınlatma duvardaki cılız apliklerdi. Demir bir kapının önünde durduk. Tek eliyle kapıyı açıyordu, diğer eli ile ise beni tutuyordu. Kapıyı açtıktan sonra beni içeri fırlattı.
Adam birşey söylemedi ve kapıyı kilitleyip uzaklaştı. Soğuk yüzünden kollarımı göğsümde bağladım. Bir köşeye oturup cenin pozisyonu aldım. Soğuğu severdim ama bu şekilde değil. Başımı kollarımın içine gömdüm.
Bilmem kaç dakikadır böyle duruyordum. Belki de yarım saat olmuştu. Yavaş yavaş uykum geliyordu. Bileğimdeki ağrı ve karanlık uykumu getiriyordu. Gözlerim kapanmaya başladığında büyük bir gürültü koptu. Bir anda irkilip ayağa kalktım. Yan hücrenin kapısı açılmıştı.
"Siktir!"
Bir erkek bağırarak küfür etmişti. Sanki daha önce duymuştum bu sesi. Ama tam tanıyamamıştım. Yan hücre buradan görünüyordu. Arada duvar yerine parmaklıklar vardı. Fakat karanlık olduğu için yan hücreye gelen kişinin yüzü görünmüyordu. Tulumun kapşonunu kafama geçirip yüzümü sakladım. Bir kaç tane adım sesinden sonra ufak bir hışırtı geldi. Sanırım o da oturmuştu.
Sessizlik. Uzunca bir süre sessizlik. Uyumak istiyordum ama yan tarafta birinin olduğunu bilmek nedensiz bir biçimde huzursuz ediyordu. Gözlerimi kapattım. Ne de olsa yüzümü göremezdi. Uyumam da bir sakınca görünmüyordu."Where are you from? (Nerelisin?)"
Gelen soru ile kafamı gömdüğüm kollarımın arasından kaldırdım. Konuşmak mı istiyordu? Sırası değildi.
"Türk'üm."
"Demek sende Türk'sün?"
Ses tonundan keyfinin yerinde olduğu anlaşılıyordu. Bir hücredesin ve keyfin yerinde? Tuhaf.
"Seni neden attılar buraya?"
İç çektim. Konuşmak istiyordu.
"Bir konuşmayı dinledim,"
Güldü.
"Ben de biri ile kavga ettim." Sormamıştım.
"Adın ne?"
"Rüya."
"Sormadın ama söylemek istiyorum. Benim ki de Umut." Derin bir nefes aldıktan sonra devam etti.
"Seni tanıdım. Bizim yatakhanedesin. Saçların turuncuydu değil mi?"
"Evet"
Ama ben tanıyamamıştım. İnsanları seslerinden tanıma gibi bir yeteneğim yoktu.
"Çok dikkat çekiyorsun."
Şaşırdım. Ben ve dikkat çekmek. Çok zıt.
"Sanmıyorum." dedim.
"Dikkat çekmemek istiyorsun ama aksine daha fazla dikkat çekiyorsun. Kaç yaşındasın?"
Sıkılmaya başlamıştım, konuşmak istemediğimi belli eden bir ses tonu ile, "Onsekiz," dedim.
"Aynı yaştayız baksana. Sadece sen benden daha somurtkansın."
Kafamı kaldırıp ona baktım. Yüzü tam seçilmiyordu ama yine de baktım.
"Kahkaha atmak için doğru yerde miyiz sence?"
Hafifçe kıkırdadı.
"Onsekiz yaşında olan biri için fazla çekingensin. Hayatını böyle sürdüremezsin."
"Çekingen değilim."
"Öylesin."
Kaşlarımı çattım. Öyle miydim? Sanırım.
"Buraya gelmeden önce nerede yaşıyordun?"
"İstanbul"
"Bende"
İkimizin de kapısı açıldı. İçeriye geçenki siyahi kadın girdi. Bana garip bir bakış gönderdi.
"Senden beklemezdim Rüya, gizli yapılan bir konuşma dinlenmemelidir."
Kafamı eğdim.
"Üzgünüm, yalnızca oradan geciyordum."
Ellerini birbirine çarptı.
"Pekala bu defa ikiniz de affedildiniz. Sadece yapılacak bir kaç testten sonra yatakhanene dönebilirsin Rüya"
"Ne testi?" diye sordu Umut. Gerçekten ne testi?
"Sağlık testi."
Kaşlarımı çattım.
"Ne için gerekli bu?"
"Prosödür böyle."
Umut hareket etmedi.
"Girerken bize bir dolu test yaptınız, hücrelerde tuhaf bir durum mu var?" Alexandra Umut'a yaklaştı.
"Burada çok fazla konuşmayız, değil mi Umut?"
Bir şey söylemedi, sadece çenesini sıktı. İkimizde oradan ayrılık Alexandra'yı takip etmeye başladık. Umut yanıma geldi.
"Korkuyor musun?"
"Hayır, sadece merak ediyorum. Burada daha ne ile karşılaşacağım diye."
Daha sonra yanımdan ayrılıp başka bir koridora girdi.
Beyaz kocaman bir odaya girdik Alexandra ile.
"İlk önce kalp EKG'si çekilecek. Sedyeye uzan."
Bana gösterdiği sedyeye uzandım. Sol göğsümün etrafına kaplolar yapıştırıldı. Sonra ayak bileklerime birşey taktılar ve makine ötmeye başladı. On dakika kadar böyle kaldıktan sonra bantlar ayak bileklerimdeki kıskaçlar çıkarıldı.
"Sen Türk oldunuz için Türk doktorlarımız ile kontrol edileceksin."
Yanıma beş tane beyaz önlüklü doktor geldi.
"Bir sorun görünmüyor. Bir de efor testi alalım," dedi kadın doktor. Sesimi çıkarmadan itaat ediyordum. Tepki göstermek bir işe yaramıyordu. Ayakkabılarımı ve kıyafetlerimi çıkartıp koşu bandına çıktım. İlk yavaş tempoda koşmaya başladım. Daha sonra git gide hızlandı. İyi koşardım. Ve ne kadar koşarsam koşayım nefesim kesilmezdi.
15 dakika kadar koştum.
Bütün doktorlar bir araya toplandı. Bir şeyler konuşuyorlardı.
İç çektim. Annem gelmişti aklıma. Kim bilir ne haldeydi. Geri döndüğüm ondan kesinlikle özür dileyeceğim. Tüm davranışlarım için. Her şey için.
Alexandra yanıma geldi.
"Yatakhanene dönebilirsin burada işin bitti"
Kaşlarımı çattım.
"Bana bir kaç test yapıyorsunuz ve karşılığında hiç bir açıklama yok öyle mi?"
"Evet öyle Rüya."
Sinirle kapıya doğru yürüdüm. Hızlı adımlar ile koridorda ilerlerken Umut koşarak yanıma geldi ve kolumdan tuttu.
"Dur bir saniye"
"Ne oldu!"
"Acıkmadın mı?"
Evet acıkmıştım. Ama bunu düşünemeyecek kadar sinirliydim şuan.
"Gel yemek yiyelim" benim onayımı almadan kolumdan çekiştirmeye başladı. Değişik bir yere geldik. Burası bizim yemekhane değildi.
"Yanlış yere geldik" dedim. İşaret parmağını dudaklarına götürerek sessiz olmamı söyledi. Onu takip ettim. Değişik bir yere girdik.
"Burası doktorların yemekhanesi. Bize verilen dandik yemeklerden yok. Kaliteli ve lezzetli yemekler var."
Dedi Umut.
"Yakalanırsak yine hücreye gideriz ama."
"Merak etme, bir şey olmayacak."
Yavaşça büyük fırının yanına gittik. Kapağı açtığımda gözlerim faltaşı gibi açıldı.
"Köfte." dedim sevinç ve şaşkınlıkla karışık bir ses tonu ile.
"Vay şerefsizler. Bize dandik yemek size köfte ha? Ye Rüya."
Dedi. Sevinçle bir tane alıp ağzıma attım.
"Annelerimizin ne dediğini bilirsin, ekmeksiz karın doymaz."
Bana yarım ekmek uzattı. Arasını açıp sığdırabildiğim kadar köfte koydum.
"Bence yakalanmadan gidelim Umut."
"Şuan haklısın."
Tekrar aynı sessizlikte yemek hanenin mutfağından çıktık. Beraber bir köşeye gittik. Burası tenha ve biraz karanlıktı, kimseye görünmeden köftelerimizi yiyebilirdik.
"Çok seviyorsun galiba" dedi Umut. Kafamı evet anlamında salladım.
Elimdeki ekmeği bitirdikten sonra üzerimdeki kırıntıları elimle ittim.
"Kaç yıl yedi?"
Umut bana anlamadığım bir soru sordu. Ne kaç yılı?
"Anlamadım?"
"Murat'ı kast ediyorum, kaç yıl yedi?"
Bir an için beynimde bir uğultu başlamıştı. Vücudumda başlayan ısı ellerimi uyuşturmaya başlıyordu. Nefes almayı unuttuğumu gözlerim karardığında fark ettim. Ellerimi bacaklarıma indirdim, tulumumdan tutup sıktım.
"Sen nereden biliyorsun?" dedim dişlerimi sıkarak.
"Televizyon diye bir şey var değil mi? Oradan görmüştüm. Olaydan bir iki ay sonra da buraya geldim işte."
Buradaki Türk'lerin çoğu biliyordur. Onun hakkında konuşmayı sevmiyorum, sanki geçmişe gidiyormuş gibi hissediyorum.
"Uç buçuk yıl."
Elini dizine vurdu.
"Bir kızın hayatına üç buçuk yıl ha?"
Konuşmadım, konuşmak istemiyordum. Oralara gitmek istemiyordum.
Ani bir hareket ile beni kolunun altına aldı. Ben büyük bir şaşkınlık içerisindeyken o başımı okşamaya başladı.
"Üzülme be havuç, nasılsa daha bir buçuk yılı var. İçeride iyice bir dövmüşlerdir onu."
Şaşkınlıktan tepki verememiştim ama kendime gelip kolunun altından çıktım.
"Havuç?"
"Saçların ve kaşların turuncu, bana havuçu anımsatıyor. Hiç de sevmem havucu ama rengi güzel."
Saç Rengim ile dalga geçilmesini sevmezdim.
Biraz uzaklaştım ondan. O ise yanıma gelip saçımı karıştırdı. Ellerini saçlarımdan çektim.
"Ne yapıyorsun?"
"Saçlarında yumuşacıkmış." dedi gülerek. İstemsizce bende gülmeye başladım. Ellerim ile saçlarımı düzeltip kapşonu kafama geçirdim.
"Çifte kumrular, dikkat edin görmesinler sizi."
Tanıdık gibi bir ses. Kim olduğunu anlamak için kafamı kaldırdım. Ama kaldırdığım gibi korku ile geri indirmem bir oldu. Umut'un yanına gidip ona sığındım. İlk gün beni sıkıştıran kadın. Yine aynı seyi yapmasını istemiyorum.
"Korkma." diye fısıldadı Umut. Kendi ile birlikte beni de ayağa kaldırdı. Kolundan sıkıca tuttum.
"Ne oldu?" diye Sordu Umut kıza.
"Sadece sizi ziyaret etmek istedik Umut, ne var bunda?" dedi. Ama sesinde alay eder gibi bir ton vardı. Benim yanıma gelmeye başladı. Ama Umut onun önüne geçti.
"Git buradan." dedi.
"Çekil şuradan işim var bu kızla."
Umut sinirle soludu. Yüz hatları keskinleşmişti ve çenesini sıkmaya başlamıştı.
"Şantaj yapacak başka bir kız bul."
Kız geri çekildi ama yüzünde ateş saçan bir ifade vardı.
"Sana mı soracağım lan!"
"Evet bana soracaksın!"
Bu gergin ortam beni de germişti. Umut ve adını bilmediğim kız çok sinirliydi.
Ben ise kedi gibi sinmiş, Umut'un arkasında saklanıyordum.
Kız arkasını döndü.
Umut
"Korkma." dedi tekrar. Kız tekrar bize döndü.
"Ben güzellikle söylemiştim, ama malesef siz anlamadınız. Kusura bakmayın bu saatten sonra," dedi kaşlarını kaldırarak. Kenarda duran iki tane çocuk bize gelmeye başladı.
"Umut," dedim tedirgin bir ses tonu ile.
Kız tekrar konuştu
"Bu kız bana lazım." dedi.
Adamlardan biri Umut'un kolundan tuttu ama Umut kolunu savurarak kurtuldu. Diğeri benim kolundan tutup kendine çekti.
"Bırak beni!" çırpınmaya başladım. Yüzüne bir kaç çizik attığım adam kollarımı daha güçlü sıkmaya başladı.
"Lan! Bırak!" Umut'u da tutmuşlardı. Kadın yanıma geldi.
"Baya güzelsin. İşime çok yaracaksın." dedi ve göz kırptı.
"Dokunmayacaksın ona!" diye bağırdı Umut.
Kız elini savurdu.
"Falan filan, götürün şunları!"
Diğerleri bizi çekiştirmeye başladı. Bir an boşluğundan yararlanıp adamın bacak arasına güçlü bir tekme indirdim. Hemen Umut'un yanına gidip onu tutan adamın saçından tutup kafasını geri büktüm. Umut da bu boşluktan yararlanarak adamın karnına dizini geçirdi. Umut bileğimden tuttu ve koşmaya başladık. Kıl payı kurtulmuştuk. Onların bana ve Umut'a ne yapacaklarını bilmiyordum. Belki de öldüreceklerdi. Umut ile koşabildiğimiz kadar koştuk. Koridorun sonuna geldiğimiz sırada ufak su havuzunu fark etmemiz icin geç kalmıştık. Hızımızı ayarlayamayarak su havuzuna düştük.
İkimiz de bir anda suya girme şoku ile çırpındık ama sonra toparladık.
"Koridorun sonuna havuz koyma fikri kimin acaba?" diye sordum sinirle. Umut kahkaha attı.
"Aman boşver. Keyfini çıkar." dedi ve yüzmeye başladı. Gözlerim şaşkınlık ile açıldı.
"Biraz önce bizi öldüreceklerdi hatırlıyor musun?"
Umut yüzündeki suyu sildi.
"Burada kimse kimseyi öldüremez merak etme."
İç çekerek kenara doğru gittim. Havuzdan çıkıp oturdum. Ayaklarım hala havuzdaydı. Saçlarımdaki suyu sıktım. Umut da çıkıp yanıma oturdu. Bileğimdeki bandaj ıslanmıştı ve kanıyordu. Acaba dikişlerim mi açılmıştı? Bandajı çıkarttım. Açılmamıştı ama kanıyordu. Umut elimi eline alıp bileğime baktı.
"Ne oldu?"
"Ufak bir kaza." diyerek geçiştirdim. Pantolon paçasından bir parça yırttı ve bileğime sardı. Saçlarını karıştırıp geriye attı.
"O kız ne yapacaktı beni?" diye sordum. Şuan en merak ettiğim şey buydu. Umut iç çekti.
"Doktora kiralayacaktı."
Kaşlarımı kaldırıp ona baktım.
"Ne? Neden?"
"Morfin alacaktı karşılığında. Güzel bulduğu kızlara yapar hep bunu. Çoğu da elinden kurtulamaz."
"Çok teşekkür ederim."
"Bir şey yok tamam. Rica ederim." Ayaklarımı suda sallarken az önce olanları idrak etmeye çalışıyordum. Her şey bir anda başlamış ve bitmişti. Ve ben bundan kurtulabilir miydim emin değildim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YERALTI HAPİSHANESİ
AdventureFBI'nun kurduğu söylenen, kimsenin yerini bilmediği Amerika'da bir yeraltı hapishanesi. 12-25 yaşları arasında suçlular bu hapishanelerde tutulur. 25 yaşına gelenler hapishaneden götürülür ve bir daha haber alınamaz. Fakat garip bir durum va...